Bölüm 4

3 1 0
                                    


Bir hafta çabucak geçmişti. Dedemlerin köy evine yapacağımız yolculuğa çıkmadan önceki akşam yatmadan çantamı toplamıştım fakat sabah ne olur ne olmaz diye bir kez daha kontrol ettim. Dedemlerde tam iki koca hafta geçirecektim ve zamanımın çoğu denizde ve kumsalda geçecekti. Yüzmeyi ne seviyordum ne de becerebiliyordum. Geçen yaz babam yüzme öğrenebilmem için beni kursa yazdırmıştı. Boşa harcanan paraydı. Ne suyu seviyordum ne de içinde olmayı. Fakat sonuçta zorla da olsa denize girmem gerekiyordu ve bu duruma hazırlıklı olmalıydım. Tabi bir de iki hafta boyunca zaman geçirebilmek için oyun yüklü tabletimi ve akıllı telefonumu da yanıma almalıydım. Son bir kez daha çantama koyduklarımı gözden geçirdim.

Deniz şortu, tamam...

Şortlar, tamam...

T-Shirt'ler tamam...

Deniz gözlüğü, tamam...

Paletler, burada...

I-pad, tamam...

Akıllı Telefonum, cebimde...

Şarj cihazı? Nasıl da unuttum! İşte bu yüzden her şeyi iki defa kontrol etmek gerekiyor. Nerede bu şarj aleti? Masamın üzerinde yok. Çekmeceler... Orada da yok. Prize takılı unutmuş olabilir miyim? Tabi ki olabilirim ama orada da yok. Annem! Yine ben yokken odayı toplamış olmalı. Annem ne zaman odayı toplasa aradığım hiçbir şeyi bulamıyordum. Annemi bir türlü kendi düzenim olduğuna ikna edemedim. Kaos içine gizlenmiş bir düzendi benim ki, lakin annemi buna bir türlü ikna edemiyordum. O, benim her zaman dağınık olduğumu söylerdi, oysaki ben bu dağınıklık içinde her aradığımı elimle koymuş gibi bulurdum, çünkü elimle koymuş olurdum. Odamda bulamayacağımı anladım ve salonun yolunu tuttum. Annem, çoktan uyanmış ve kahvaltıyı hazırlamaya başlamıştı. Mutfağa girdim.

"Anne..."

Mutfaktan gelen mis gibi sucuklu yumurta kokusu burnuma değdiği anda aklım bir anda gitti. Buraya ne için gelmiştim, sanki bir şey arıyordum ama neydi? Tüm mutfağa yayılan güzel koku beni hipnotize etmişti.

"Efendim kuzum?"

"Ben... Şey... Eeee... Bir şey soracaktım ama..." Gözüm tezgahın üzerinde duran tavaya kaydı. Odaklanmakta zorlanıyordum. "Ben şeyi arıyordum da bulamadım..." Karnımın gurultusu ağzımdan çıkan kelimelerin sesini bastırdı.

"Salonda, çekmecede... Sana kaç kere söyledim, etrafını toplu tut diye. Şu dağınıklık huyunu bir bırakamadım. Hadi geç sen kahvaltını yap, ben de şarj cihazını çantana koyayım da son bir kontrol edeyim bir eksiği gediği var mı?"

Dağınıklığım üzerine uzunca bir tartışmaya girebilirdim fakat şimdi ne yeri ne zamanıydı. Doğruca masaya oturdum ve ekmeği bölerek tavanın içinde duran Picasso tablolarıyla eş değerdeki sanat eserine daldırdım. Tavanın içi boşalmış, ellerim yağ içinde kalmış bir şekilde sofradan kalktığımda annem yanıma gelerek,

"Bak, diş fırçanı da unutmuşsun. Dişlerini günde üç defa fırçalaman lazım yoksa deden gibi ilerde takma dişler kullanmak zorunda kalırsın."

Dedem... Tabi ya! Karnım doymuş, aç ayının beyni tekrar çalışmaya başlamıştı. Ben bugün dedemlere gidecektim. Dedem ve babaannem, Altınoluk'ta küçük bir köyde yaşıyorlardı. Ben de üç yıldır her yaz oraya gider, okullar açılana kadar onlarla kalırdım. Hayatımın en güzel zamanları orada geçerdi.

Babam, annem ve ben arabaya bindiğimiz gibi İstanbul'un keşmekeş trafiğini geride bırakarak, bir tarafında uçsuz bucaksız deniz, diğer tarafında yemyeşil ağaçlarla kaplı ormanlar bulunan yol da ilerliyorduk. Babam ve annem her yıl izinlerinden bir haftayı aynı döneme denk getirerek dedemlere gelirdi. Bir hafta boyunca tüm aile birlikte tatil yapar, eğlenirdik. Bir haftanın sonunda bizimkiler döner, benim tatilim kaldığı yerden devam ederdi. Babam, arabayı kullanırken ben de camı açıp kafamı dışarı çıkarmıştım. Rüzgar tüm şiddetiyle yüzüme vuruyor, çam ağaçlarından gelen güzel koku genzime doluyordu. Gözlerim, rüzgardan kapanmış, düşlere dalmıştım. Ellerim havada geziniyor, rüzgara karşı durarak görünmeyen şekiller çiziyordu. Düşlerimden, çok yakından gelen bir ses ile uyandım:

"Oğlum, sok kafanı içeri! Bak, yandan arabalar geçiyor. Çarpacaklar sonra sana. Gir içeri, camı da kapa. Baban klimayı açtı, hadi bakayım."

Klima... Modern çağın temiz hava kaynağı... İnsanlar, doğayı katlederek inşa ettiği büyük şehirlerinde oksijen alacak bir hava kalmayınca yine kendileri icat ettikleri teknolojik aletlerle yok ettikleri havayı evlerinin, arabalarının, iş yerlerinin içine sokmaktalar. Oysaki hangi klima ağaçların arasında gezinen temiz havanın yerini tutabilirdi ki. Yolculuğun kalan kısmını arka koltukta emniyet kemerim bağlı olarak, klimadan gelen soğuk havayı içime çekerek tamamladım. Sonunda önümüzdeki üç ayımı geçireceğim topraklara giriş yapmıştık. Dedem ve babaannem, evlerinin bahçesindeki küçük çardakta oturmuş, çaylarını yudumluyorlardı ki kapıdan koşarak giren torunlarını gördüklerinde sevinçle ayağa fırladılar.

"Dedeee!"

Koşarak dedemin kucağına atladım.

"Ovvv! Kocaman olmuşsun sen be, Mehmet Can. Artık seni taşıyamam herhalde, vay vay vay!"

Babaannemin ve dedemin ellerinden öptüm. Bu sırada babam arabadan valizleri indiriyordu. Eşyalar çoktan hazırlanan odalara yerleştirilmiş, bahçede çay eşliğinde koyu bir muhabbet başlamıştı.

Kozmik Olayların KayıtlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin