"Hangi cennetten söyle,
gönderildin bana sen? "
________Dinmeyecek içimin kırgın yalnızlığı...
Gördüğüm manzara zar zor yutkunmama sebep olurken ne yapacağımı şaşırmıştım. Kız bayılmıştı. Korkuyla yanına diz çöküp yüzünü avuçladım.
"Mehpare aç gözlerini!"
"Mehpare!"
Onu sarsmaya başlayıp uyanmasını bekledim. "Mehpare..." kulağına fısıldadım ismini. Derin bir nefes çektim içime. Boynuna getirdim dudaklarımı. Tekrar fısıldadım kulağına. "Mehpare, aç gözlerini hadi Ay parçası!"
Bir süre sonra çalan zil sesiyle kızı kucaklayıp koltuğa yatırdım. Ayak altına bir kaç yastık koyduktan sonra hemen kapıya yöneldim. Gelen Cahit'ti. "Gel içeri geç hemen oğlum, kız bayıldı."
Oda şaşkın gözlerle bir bana birde koltukta yatan bu kıza bakıyordu. "Ne oldu, nasıl bayıldı?!"
"Birden bayıldı oğlum bende anlamadım." hızlıca yanına eğilip nabzını ölçtüm, nabzı normal atıyordu.
"B-a-b-a. Baba! Nolur gitme Baba." Mehpare'nin sayıklamasını duyduğum an hemen ona doğru eğildim. "Mehpare? Uyan hadi buradayız."
Yavaş yavaş göz kapaklarını araladı. Çok yorgun ve halsiz bakıyordu gözleri. "İyi misin?" Kafasıyla onaylarken koltukta doğrulmaya çalıştı.
"Kalkma yerinden!" Diyerek sandalyeyi yanına çektim ve oturdum. Artık gitmesi gerektiğini anlayan Cahit "O zaman dışardaki yerim beni bekler, müsaadenizle" diyerek gevzek gevzek konuşup odadan çıkmıştı. Bir anda omzumda elini hissettim."H-a-zar..."
***
Yarasının olduğu yere gözüm kaydığında bandajın kana bulandığını gördüm. "H-a-zar yaran kanıyor!" Kafamı kaldırıp gözlerimi karşımda ki adama çevirdiğimde ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu. "İyiyim ben, uzan hadi." İyiyim demesine rağmen sesinde hissettiğim acı iyi olmadığını belli ediyordu."Ne iyisi, yaran kanıyor neren iyi! Şu an acı çekmenin tek nedeni benim. Benim yüzümden vuruldun. O adamlar beni neden öldürmek istedi bilmiyorum ama bu kurşun bana isabet etmeliydi. B-e-n..." Dün olanları hatırlayınca göz yaşlarım benden istemsiz bir şekilde akmaya başladı. Öyle ki sesim gereğinden fazla yüksek çıkmıştı. Yanağımda sıcaklık hissettim, baş parmağıyla göz yaşlarımı siliyordu. Göz göze geldiğimizde gözlerinde öyle bir anlam vardı ki, yeryüzündeki hiç bir kelime bunu açıklayamazdı.
Kalan gözyaşlarımı silerek doğruldum. Kolundan tutup koltuğa geçmesine yardım ettim. Rahat olacağı bir şekilde oturmasını sağlayınca bir şey demeden bana uydu. Komidindeki ilk yardım çantasını alarak yarasına pansuman yapmaya başladım. Kanlı bandajı kaldırdığımda dikişlerin hafif zorlandığını gördüm. Kanayan yarayı temizlemeye başladığımda acımaması için üflemeye çalıştım. Sebebi ben olduğum yaraya baktığımda kendimi yine kötü hissetmiştim.
"Mehpare" ismimi seslenen kehribar gözlerin sahibini görmek için bakışlarımı yaradan alıp gözlerine bakmaya çalıştım.
"Kendini suçlamaktan vazgeç! O adamlar zaten beni öldürmek için oradaydı. Benim yüzümden bu duruma tanıklık yapmak zorunda kaldın, anlıyor musun?!" Gözlerim irileşmiş bir şekilde duyduklarımı sindirmeye çalıştım. Şuan da kendimi kısır döngünün içerisinde gibi hissediyordum. "A-m-a..." Beynimin bana bir oyunumuydu bu.
"Ama ne?"
"Ama o silah bana doğrultulmuştu? Yani ben senin o an orada olduğunu bile farketmemiştim. Hedefleri benim sanmıştım."
"Beni takip ediyorlardı şerefsizler. Sırf o sırada orada bulunduğun için senide ortadan kaldırmak istediler, bu kadar basit!" Olanlara tanıklık edeceğimi düşündükleri içindi yani. Hazar'ı o an gözden kaçırmış olmalıyım. Beni zaten nerden tanıyacaklardı ki. Sanırım gerçekten yorgunluktan kafamda kuruyordum, ki Hazar'ı bile sinirlendirmeyi başarmıştım.
İşime geri dönüp temizlediğim yaranın üzerine temiz bandajı yapıştırdım. Sonunda işim bitmişti. Kalkıp etrafı toparlamaya başladım. Ağzını açıp bir şey diyecek gibi oldu ama sonra bir şey demedi. "Yinede hayatımı kurtardın, sağol."
Babamın odasına gidip giyebileceği bir kaç elbise aradım. Ona tam olur diye düşündüğüm eşofman (eşortman değil aynen:)) takımını alıp içeri ilerledim. "Bunları giyde öyle yat, daha rahat edersin." dememle eşofman takımını koltuğun üzerine bıraktım. Hiç oralı olmadı. Elimde kalan tişörtü giyinmesine yardım ettim. "Yok iyiyim böyle, istemez! Yat uyu sen hadi. Saat gecenin üçü." başımla onayladım. Sanırım bu kadarına rahatsız olmuştu. Ahh her neyse.
"Dur yastık yorgan getiriyorum." Hızlıca odaya gidip yastık yorgan getirdim. "Sen böyle uzan, bende tekli koltukta gözlerimi dinlendiririm. Ateşin felan çıkarsa yine müdahale edebilmek açısından hani."
İlk önce biraz tebessüm ettikten sonra konuşmaya devam etti "Mehpare ben gerçekten iyiyim. Sen git odanda rahatça uyu."
Her ne kadar burda kalıp durumunu takip etmek istesemde sıkboğaz etmemek için yorganımı ve yastığımı yine elime alıp iyi geceler dilemiştim.
***
"Sana da iyi geceler Mehpare." diyip odadan çıkışını izledim... Halbuki hedefleri oydu. Her an güvenliği tehlikedeydi. Bugüne kadar nasıl haberimiz olmamıştı bu kızdan diye düşünüyordum. Gün yavaş yavaş ağarmaya başlıyordu. Benim yanım da tehlikeydi onun için. Cahit'e kızı araştırmasını söylemiştim. Gönderdiği bilgilere bakılırsa 24 yaşına girmişti, benden iki yaş küçüktü (Sanane oğlum şimdi bundan, asıl konuya odaklan!) Koltukta doğrulurken acıyan omzumla içimden bir küfür savurdum. Aklımda bir kaç plan belirsede acele hareket etmeyecektim.***
Başım hiç olmadığı kadar ağrıyordu. Duvarda ki saate baktığımda saat henüz daha sabah 8 civarındaydı. Bir hışım yataktan kalkarak içeriye doğru ilerledim, hani neredeydi bu adam! "Hazar!" Yok gitmişti işte, sanki hiç var olmamış gibi... Tekrar odaya gidip telefonumu alayım derken şifonyerin üzerindeki kağıt ilişti gözüme. Gece yatarken hiçbir şey yoktu, nerden gelmişti birden? Üstündeki not ile lalüebkem kesilmiştim: "Mehpare Karahan doğum günün kutlu olsun"________
Okuyanlar: Bu hayatta herkesin kendi zaman dilimi vardır. Çevrendeki insanlar senin önündeymiş gibi gelebilir, kimileri de arkandaymış gibi hissedebilirsin.
Ama herkes kendi yarışını, kendi zaman diliminde verir 🫶🏻
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mehpâre
Mystery / ThrillerMehpâre! Tanıdık sesi duymasıyla başını kaldırdı baktı. Kehribar rengi gözleri vardı adamın. Ay ışığıyla aydınlanan yüzüne baktı Hazar kadının. Dolan gözlerinin üzerine kalkan gibi düşmüş olan kaküllerini kulağının arkasına sıkıştırdı. Bu, bu oydu...