5. Bölüm

48 4 16
                                    

     Güneş doğmak bilmiyordu . Yalnız insanlar hep yalnızdı. Her daim yanında olacaklarını iddia edenler yoktu. Her zaman olduğu gibi vanilya kokulu mumların aydınlattığı küçük ,bana göre lüks odamda,yatağın üzerinde bağdaş kurmuş oturuyordum. İntikam bedenimi saran kanlı bir kumaş gibi çevrelemişti beni. Herkesten,herşeyden intikam alma duygum görevini başarmış bir şeytan gibi gülümsüyordu bütün çıplaklığıyla.

    Bütün dünya uyuyordu . Huzura eriyor,rahatlıkla kapanan gözlerinin ardından rüyalara dalıyorlar dı. Bense diken üstünde ,intikamla yanıp tutuşurken bu lanet dünyayla savaşmaya çalışıyordum . Düşüncelerin önemli olmadığı bu yaşamda ,nefes almak en gereksiz şeydi . En onur kırıcı , en alışılması zor bir yakarıştı.

     Bir insanın , bir çocuğun bu denli kör oluşu bu zorunlu hayatın bir parçası mıydı? Acı çığlıklar , büyük haykırışlar içten içe parçalıyordu küçük kalbimi. Özgürlüğüm kafese kapatılmış bir kuş gibi çırpınırken , gökteki melekler acıyla ağlıyordu .

     Benliğim ,ruhum,isteklerim, arzularım benden habersizce alınmış ,yerine yenisi gelmesin diye ağır bir şekilde kamçılanmıştı. Bedenim ayaktaydı  fakat çoktan ölmüştüm ben. Annemin öldüğü ,aşağılık babamın beni para karşılığında sattığı gün ölmüştüm.

    İnsanlar yaralanırdı . Zarar görür ve Tanrı 'ya dua ederlerdi. Bunun bir kurtuluş olduğunu düşünen aptal zihniyetler boyun eğip, kaderlerine teslim olurlardı .

    Oysaki ben Tanrı ' nın ve meleğimin izin verdiği sürece küçük ellerimle sıkı sıkıya kavrayacaktım. Acı çektirecektim,boyun eğdirecektim kaderime. Kendime teslim edecektim. Küçük aklımda dolanan aykırı düşünceler içimdeki kora benzin dökerek ihtişamla körüklenmesini sağlıyordu . Biraz hırs ,biraz intikam,biraz ateş beni yeterince harmanlıyordu .

     Zihnimin en ücra köşelerinde ölmeye yüz tutmuş hatıralarımı kıskaçla çekip gün yüzüne çıkardım . En güzel anılarımı unutmaya, onlara dokunmalarına izin vermezdim. Dikenli ve kanlı zincirlere sardığım hatıra sandığımı kimsenin ulaşamayacağı , zihnimin en kuytu köşesine gönderip bırakmıştım .

    Ne kadar zaman geçtiğini , ne zamandır bu şekilde oturup düşüncelere daldığı mı kestiremiyordum. Sanki yıllar geçmiş ve ben hâlâ burada oturuyor muşum gibi hissediyordum. Ne kadar zaman geçmişti sahiden? Yıllar mı yoksa aylar mı? Hayır hayır . Sadece birkaç gün geçmişti benliğim gideli. Annem öleli yalnızca 4 gün geçmişti ve ben burada tutsaktım.

     Bedenen doyuyordum, her gün aynı saatte bütün köleler toplanıp yemek yiyorduk. Fakat ruhen açtım . Özgürlüğe , intikama , sevgiye , merhamete açtım .

    Bugün benim doğum günümdü . Her yıl annemle ufak bir pasta yapıp kutlardık. Belki ihtişamlı olmazdı ama bana yeterdi. O an dünya üzerindeki en büyük ve güzel pasta benimki olurdu. Ne kadarda güzeldi eski hayatım . Annem yanımdaydı . En güzel hediye oydu. Zaten bir çocuk için en güzel hediye annesi değil miydi?

     Her an benim aksime iri ,parlak siyah gözleri ışıltıyla gülümserdi . O gülünce gözlerinin kenarları kırışırdı. Evet yaşlıydı fakat en genç kadından bile çok daha güzeldi. Minik bir damla sol gözümden süzüldü . Süzüldü ve kalbimin üzerinden geçip gitti. Gülümsedim . Göz yaşımın bile bu denli özgür olması gülümsetmişti.

    Küçük , gümüş aynadan yüzüme baktım . Dudaklarım şişmiş , gözlerimin altı uykusuzluktan mosmor olmuştu . Annemin bahsettiği güzel , eşsiz yüzüm aynı yıkık evimiz gibi harap bir haldeydi. Eski benden eser yoktu. Yüzüm soluk bir haldeydi . Çocukluğum elimden alınmıştı . Kapana kısılmıştım. Çaresizlikle yaşamaya devam ediyordum.

Moon God (Park Jimin)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin