1.BÖLÜM
Yeni bir sabah. Gereksiz yere açtım gözlerimi yine. Her türlü karanlığın hakimiyetinde değil miyim zaten? Evet. Karanlık bir günüme daha “Günaydın” diyorum, isteksizce. Gerçekten aydınlık mı acaba? Güneş.. Peki ya güneş? Yakıyor mu gözleri uzun süre bakınca? Sıcak, hissediyorum. Penceremden içeri vuruyordur güneş ışıkları. Annem perdeleri açmış olmalı. Ama göremiyorum işte. Tenimi yakan sıcaklıktan hissediyorum ışıkları. Ama sadece hissediyorum, aydınlığı bilemiyorum. Annem perdeleri açınca görebileceğim ışıklarım yok benim. Merak ediyorum ama yine. Annemin penceremi açınca gözüme vuran ışıklardan rahatsız olup gözlerimi kırpıştırarak uyanmak nasıl hissettirirdi.
Yavaşca doğrulup yatağımın kenarındaki bastonumu aradım. Hayır, sakat değilim. Sadece, sadece göremediğim için dünyamı, bana destek olacağı düşünülerek alınan basit bir sopa. Basit diyorum, basit olmasını istediğimden. Değil ama. Onsuz nasıl yürüyebileceğimi nasıl tutunacağımı bilmiyorum. Diğer insanlar gibi basit görmek isterdim belki ama hayatımın bir parçası olmuş artık ne yazık ki. Sonunda bastonum olduğunu anladığım uzun sopaya tutunduğumda küçük bir gülüş belirdi yüzümde. Ayağa kalktım ve bir yere çarpmamak için bastonu önümde gezdirdim. Penceremden gelen çocuk seslerini duyabiliyordum. Çocuklar ve onların eğlenceyle attığı çığlıkları, içi ısıtan gülüşleri. Yavaş adımlarla seslerin olduğu yere ilerledim. Tabi ki pencerem çok uzak değildi. Kulpunu bulup yavaşça açtım. Hava çok güzeldi sanırım. Her yer çiçek kokuyordu. Nisan ayındaydık da zaten. İlkbahar.. Göremediğim ancak kokusundan çok sevdiğim mevsimdeydik. Gözlerimin bir 5 dakika kadar aydınlanmasını ve şu mevsimin güzelliğini görmeyi öyle çok isterdim ki.
Penceremin kenarındaki sandalyeme dikkatlice oturdum. Annem sandalyemin beyaz olduğunu söyler hep. Ben bu karanlık boşluğun içindeyken onların bu muhteşemliği görmesi ne kadar tuhaf bir durum değil mi? Hayatımın hakim olduğu tek renk SİYAH. Çok merak ediyorum.Mavi nasıl bir renk acaba? Gerçekten huzur veriyor mu insana? Gülümsedim, acınası görünen siyahın tek renk olduğu dünyama. Sonra elim saksıma değdi. Usulca kucağıma koyup yapraklarına, toprağına dokundum. Merak ediyorum toprağı görsem dokunduğumdan daha çok etkilenir miydim?
Buraya yaklaşan ayak seslerini duydum ve sese kulak verdim. Anneme ait olduğu bariz bir şekilde belliydi çünkü aynı zamanda “ Clara, kızım uyandın mı?” diyerek çok sesli olmayacak şekilde bağırıyordu. En çok da bu meleğin yüzünü görmek isterdim. Beni sevdiğini her zaman hissettiren, ilgisini üstümden çekmeyen, ne olursa olsun yanımda olan, umudunu hiç yitirmeyen, koca yürekli kadını görmeyi hep isterdim. Her sabah olduğu gibi yanıma geldi ve koluma girdi. Kahvaltının hazır olduğunu bahçede yiyeceğimizi söylerken gülümsediğini hissedebiliyordum. Göremeyen insan için bir umutmuş, büyük bir lütufmuş; hissetmek. Ona doğru gülümsedim o da buna karşılık yanağıma sulu bir öpücük kondurdu. Oldukça dikkatli bir şekilde bahçeye inmeme yardım ettikten sonra masaya oturmam için de yardımcı oldu.
Babamın “Günaadıın” sesini duyduğumda içimde bir kıpırtı oluştu. Her zaman neşeliydi bu adam. Ben ise onun tersine karamsardım. Ama nedeni belli. Karanlık bir dünya benimkisi. Ne beklersiniz ki. Yanağımı öptü ve ardından onu öpmem için yanağını çevirip bekledi. Onu sürekli öpmemi isterdi, ortak özelliğimiz bu olmalı. Yanımdaki sandalye hareket ettiğinde yanımdaki yerini aldığını anladım. Uzun süredir bu karanlıkta olduğum için alışmıştım ve kolaylıkla yemeklerimi yiyebiliyordum artık. Annemin melodisinden anladığım telefon sesini duyunca ona kulak verdim.” Maria, günaydın tatlım. Evet. Hoparlörü açayım bir dakika” dedi ve telefonu masaya koyduğunu anladığım ses geldi. Maria benim küçüklükten beri arkadaşımdı. Her zaman beni düşünürdü. Bana bir şeyler söyleyeceği bariz şekilde ortadaydı. Onu dinlemeye başladım. “ Günaydın Clara, sana önemli bir haberim var. Dans kursumuz bir yarışmaya katılıyor ve bir aylığına şehir dışına çıkacağız. Merak etme ailenin haberi var ancak benim sana söylemem daha iyi olur diye düşündük.” Sesi o kadar heyecanlı geliyordu ki sanırsın dünya turuna çıkıyoruz. Çıksak da ne fayda ben göremiyorum ki hiçbir şeyi.
Evet küçüklüğümden beri dans ediyordum. Dans hocamız engellerin hayatı farklı ve özel kıldığını söyleyip bana dans etmenin ne kadar harika bir şey olduğunu görmemde yardımcı olmuştu. Ancak yine de ailemden uzak bir yere daha önce hiç gitmedim ve açıkçası korkuyordum çünkü bu karanlıkta ailem olmadan hiç yaşamamıştım. Ona bir cevap vermem gerektiğini düşündüm. “ Maria b-ben bilemiyorum. Ailem olmadan daha önce bir yere gitmedim ve göremediğimi sen de biliyorsun. Tek başıma yapamam.” Maria iknacı bir tonda “ Kızım sen delirdin mi? Ne tek başına olması. Hiçbir zaman yanından ayrılmayacağım. Şimdi hazırlan çünkü yarın tren yolcuğumuz başlıyor. Yarın seni almaya geleceğim görüşürüz tatlım.” Dedi ve telefonun kapatıldığına dair o bilindik ses yükseldi. Annem ve babamın karşı çıkmamasına şaşırmıştım doğrusu. Babam söze başladı “ Tatlım hayatın boyunca bizimle kalmayacaksın. Elbette kendine bir hayat kuracaksın. Bu kadar karamsar olma. Ve sadece bir ay. Ayrıca istediğin zaman dönebilirsin. Çok eğleneceğinden eminim. Hayatın boyunca dans ettin. Yapmayı sevdiğin tek şey bu. Bunun tadını çıkar. Ayrıca Emma (annesi) kıyafetlerini çoktan hazırlamıştır bile. Unutmadan, sana ulaşabilmemiz için telefonun da yanında olacak. Arkadaşlarınla güzel vakit geçir ve o yarışmayı kazanın tatlım.” Dedi ve annemle güldüler. Ne diyebilirdim ki umarım güzel bir ay geçiririm. Belki de yeni bir başlangıç olurdu.
**
Maria’nın bitmek bilmeyen heyecanı ve hızıyla her şeyin hallolduğunu anladığım da beni çekiştirmeye başlamıştı bile. Tren yolculuğu 3 gün sürecekmiş. Annem ve babam her şeyin yolunda gideceğinden emin olduklarını belirtip duruyorlardı. Gittiğim yeri göremeyen bir insanım ben nasıl her şey yolunda gidebilir? Bu kadar karamsarken dans etmeyi nasıl bu kadar sevdiğim merak edilebilir. Ben göremiyorum ancak sağır ve konuşamayan insanlar da var. Gösterimizi onlara da yapardık. Dans benim için bir beden dili. Dans ederken heyecan yapmıyorum çünkü her zaman ki karanlığımda ve sessizce kendimi ritme bırakıyorum. Yapılabilecek en iyi şey dans benim için. Her zaman dans ederken hayatımın aşkını bulabileceğime inanmıştır annem. Yok ya beyaz atlı prens? O daha yaratıcı bence(!) Benim istediğim şu gözlerim aydınlansın artık. Dokunarak değil görerek tanıyabileyim insanları. Bunlar bir hayalden ibaret geliyor bana. Hiçbir zaman gerçekleşmeyecekmiş gibi..
Annem ve babama son kez sarıldıktan sonra Maria ve diğer kızların yardımıyla trene binip yerime oturdum. Kimseden ses çıkmıyordu. Büyük ihtimal etrafı izliyorlardır diye düşündüm. Kulaklığımı ve müzik çalarımı bulduktan sonra kulaklığı taktım. O sırada Sue’nin ( dans hocası) sesini duydum. “ Hanımlar dans kıyafetlerinizi hazırlattım. Artı olarak yarışmaya Tess (erkeklerin olduğu bir grubun adı) grubuyla birlikte sahneye çıkacağız. Bay Charles kazanabilecek bir gösteri planı yaptığını söyledi. Onların daha önce ki performanslarından da anladığım kadarıyla gayet başarılılar. Eminim harika olacak, size güvenim sonsuz zaten. Clara senin rolün her zaman ki gibi olacak. Şimdi hepimize iyi yolculuklar” dedi ve kabinin kapısını kapattı. Kızlar arasında fısıltılar başlamıştı bile. Kendilerine tavlamak için bin bir türlü fikir üreteceklerine emin gibiydim. Bayan Sue benim heyecan yapmayacağımı bildiği için hep ön pozisyondaki rolleri bana verirdi. Ne biliyoruz belki de Tess’lerden biri annemin o hayalinde ki gibi hayatımın aşkı olurdu.
SELAM. BU BENİM İLK HİKAYEM. İLK BÖLÜMDEN AKLINIZDA FAZLA BİR ŞEY ŞEKİLLENMEMİŞ OLABİLİR. ÖNYARGILARINIZI KULLANMAYIN :D EMİNİM BÖLÜMLER GELDİKÇE BEĞENECEKSİNİZ. OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.
![](https://img.wattpad.com/cover/17570911-288-k317180.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Duyguların Rengi
Teen FictionKör bir kızın ağzından okuyalım bir de görememenin zorluğunu. "Göremeyen insan için bir umutmuş, büyük bir lütufmuş; hissetmek." ** "Evet körüm, göremiyorum. Her şeyde yüzüme vurmak zorundalar mı? Benim görme kabiliyetim noksan üzülme kabiliyetim d...