Uyandığında daha iyi hissediyordu. Hoş bir esinti vardı vücudunda. Dur bir dakika kıyafetleri yoktu. Gözlerini hafifçe araladı ve etrafına bakındı. Bir kız ellerini onun karnında gezdiriyordu. "Ananı avradını..! Sen kimsin be!". Yanında bir kız vardı. Siyah, uzun kollu, göğsü, kollarının, eteklerinin ve kollarının uçları dantelli bir elbise giyiyordu. Teni hiç güneş görmemiş gibi solgundu, dudakları da cildinden farklı değildi, gözlerinin altı griydi fakat kazayağı da olmamıştı. Kahverengi gözleri hayattan bezmiş gibi bakıyordu ve elinden loş elektrik mavisi bir ışık yayılıyordu. "Korkmayın, ben Maria şifacıyım. Svesia sizin hastalandığınızı söyledi. Gerçekten çok kötü yaralarınız var ama onları sardım" dedi ve gülümseyerek bitirdi. Sesi çok soğuk, utangaç ve bezgin geliyordu. Uluğ askıda duran hasta elbisesini aldı yüzüne sahte bir utanmışlık ifadesi kondurdu ve "Bana kötü bir şey yapmadın degil mi? Ben bakir bir erkeğim" Maria'nın yüzü bir anda kıpkırmızı kesildi başını eğip "Hayır...size ...ben yani..." Hahah! Gerçeken çok komiksin. Ben Uluğ."."Biliyorum". Maria arkasını döndü. Uluğ kağıttan farksız elbiseyi zorlanarak da olsa giydi ve arkasındaki ipi düğümledi. "Bu arada burada nereden adamakıllı kıyafet bulabilirim? Bu kağıttan elbiseyle götüm donuyor da.". Gerçektende bu elbise 1.80'lik vücudunu örtmeye hiçbir şekilde yetmiyordu. Maria gülümseyerek "Depoda bulabilirsiniz fakat artık iyileştiğinize göre ifade verip epinizi taktırmanız gerekiyor." Uluğ kaşlarını kaldırdı ve merakla sordu" Ep ne demek? "." Mahkumlar için bir kaçış ve direniş önlemi vücudunuzun herhangi bir noktasına takılıyor ve aktif hale getirildiğinde vücuda felç edici bir zehir enjekte ediyor." Ne tür psikipatların arasına düştüm diye düşündü fakat kendisi de pek normal sayılamayacağı için vazgeçti.
- Bu arada adımı nereden biliyorsun?
- Svesia söyledi.
- Benim hakkımda mı konuştunuz? Başka ne söyledi?
- Sadece isminizi ve yaralı olduğunuzu.
İkisi birlikte ifade vermek için yola çıktılar. Büroya giderken Uluğ kendini etrafa hayran olmaktan alıkoyamadı, içinde bulundukları bina tamamiyle beyazdı sadece duvarların çerçeveleyen metal parçalar lacivertti. Bilim-kurgu filmlerindeki uzay üsleri gibiydi yada avm tuvaletleri gibi, ikisi aşağı yukarı aynı oluyor zaten. Bu arada Maria tüm yol boyunca başını öne eğmiş ve gülümsemişti ne garip bir kızdı bu böyle? Büroya vardıklarında Uluğ tek başına içeri girdi ve Maria kapıda bekledi Uluğ odaya girdi ve kapıyı kapattı. Karşısında iri, oldukça esmer bir görevli vardı. Mavi üniformasına zar zor sığmış ve bileklerine iki adet kelepçe takılmıştı, kalın parmakları Uluğ anlattıkça önündeki daktilonun tuşlarına vuruyordu. Uluğ olanları bir bir anlattı. Tabii Svesia'nın kaçma girişimi ve gardiyanla kavgası hariç. Dışarı çıktığında ölmek üzereydi. İçeride belli etmemek için çok uğraşmıştı ama dışarı çıkınca gerginliği yüzünden okunur hale gelmişti. Maria'yla biraz konuştu ve revire yöneldiler. Geldiklerinde Uluğ tekrar gerginleşmeye başladı " et midir ep midir işte o şey acıtıyormu?" " Acısı korkulan kadar değildir."dedi. Ve Uluğ içeri girdi. Kendi kendine "yoksa tam tersi miydi?" diye mırıldandı Maria. Bir kaç dakika sonra içeriden Uluğ'un çığlığı geldi. Dışarı çıktı" Maria lütfen bir daha konuşma.". Birlikte bu sefer depoya yöneldiler bunun için 3 kat inmeleri gerekti. Vardıklarında Uluğ gözlerine inanamadı, depo dedikleri yer kocaman bir mağazaydı.
- Siz buraya depo mu diyorsunuz?
- Evet, ama depo bir lakap. Buradan cp kullanarak alışveriş yapıyoruz.
- Cp?
- Burada kullandığımız para birimi.
- Burada parayı nasıl kazanıyorsunuz ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Damarlarımdaki Şeytan
Teen Fiction"Onu korumalıyım... Hayatımı feda etmem gerekse bile... Şeytanla bir olmam gerekse bile... Onu bu cehennemden kurtaracağım" Uluğ bir gece evine geldiğinde, önü bir yığın swatla doludur. Birden elini bir el tutar ve koşmaya başlarlar elini tutan bir...