"At mı tepti beni?" uyandığında ilk sözlerinin bunlar olması tam Uluğ'a göre bir şeydi. Hiç görmesede memleketi onun içine işlemişti sözleri, tavırları, yüzü... Her şeyi damarlarındaki kanın izlerini taşıyordu. Etrafına baktı bir klozetin üstünde, bir tuvalet kabinindeydi. Tuvaletten çıktı. Kafasının arkasını tutarak koridordan diğerlerinin yanına ilerlemeye çalıştı. Sürekli olarak sendeliyor, başı dönüyor ve görüşü bulanıklaşıyordu. En son ne olmuştu? Marsie, evet Marsie. "Ona göstericem ben" Bara vardığında kimseyi göremedi, Marsie hariç. Marselia kırmızı deri kaplı kanepede uyuyordu yada uyuyormuş gibi yapıyordu. Uluğ onun yanına gitti, saçları yüzünün bir kısmını örtüyordu. Uluğ Marsie'nin yanına yaklaştı az önceki öfkesinden eser yoktu. Yüzünün üstündeki saçları garip duruyordu, başını yavaşça okşayarak geriye attı. Gerçekten saçlarında mavinin her tonu vardı ve dalgaları insani mest ediyordu. Farkında olmadan tekrar tekrar saçlarını ellerinin arasında gezdirdi, ince saç telleri parmaklarına ipeksi bir his veriyordu. Az önce ona neden saldırmıştı? Neden onu öldürebilecekken durdu? Ve "o fahişeye" neden güvenmemesi gerekiyordu? Tüm bunları düşünürken ne kadar saçma bir şey yaptığını fark etti bu kız az önce ona saldırmıştı, öyle olmasa bile garipti. Bu kızda normal olmayan bir şey vardı, sıcak ve insanı gittikçe kendine çeken bir şey. Hala uyanmaması garipti. Gözleri yüzüne kaydı, yeşil gözleri çakmak çakmak bakıyordu ve yüzünde muzip bir gülümseme vardı. Uluğ aşırı bir tepkiyle kendini geri attı. Bahane bulmaya çalışıyormuş gibi bir ifadesi vardı, " Ben ...yani sen...aslında..." diye saçmaladı. Marsie gülümsemeye devam ederek doğruldu, yanaklarındaki gamzeler bütün güzelliğiyle ortaya çıkmıştı. Alaycı bir ses tonuyla "Uyuyan masum bir bakireye saldırmak ha? Tamda kara şeytana yakışan bir hareket." dedi ve kahkayayı bastı. Bu tepkisi Uluğ'a kendisini hatırlattı. "Boşver, yanıma gel" dedi Marsie. Uluğ yavaşça yerden kakıp kanepeye ilerledi ve Marsie'nin yanına oturdu. Marsie hafifçe iç çekti. Başını Uluğ'un omzuna yasladı. "Diğerlerine hasta olduğunu söyledim.". Birden ikiside durgunlaştılar. "Ben seni aslında daha önceden tanıyordum. Seni yakalama görevi önce bana verilmişti..." Uluğ hiçbir şey söylemedi ve Marsie devam etti "...seni tam 3 ay boyunca izledim ama bir türlü yaklaşamadım..." kucağına uzandı. "Tekrar yapabilir misin? Hani o şeyi" dedi utanarak. Çok değişken bir ruh hali vardı ve garip biriydi. Ama iyi hissettiriyordu. Uluğ tekrar Marselie'nin mavi saçlarında elini gezdirmeye başladı, bu ipeksi his ona nostaljik bir duyguyu canlandırıyordu, hiç de yabancı olmadığı bir huşu. Gözleri çok uzaklara bakar gibiydi, özlem vardı gözlerinde. "...bir türlü, sen kesinlikle bir şeytan değildin bu yüzden... Ah her neyse" dedi, gülümseyerek bitirdi lafını. "Ben sanırım seni seviyorum". Uluğ hiç bir şey söylemedi,sadece umutla ona umutla bakan yeşil gözlere bakakaldı. Bu gözlerde birşeyler bulmuş gibiydi, hakkında birçok şey hissedebildiğini tahmin ediyordu ama aşk ihtimaller arsında bile yoktu. Ama hiç şaşırmış gibi gibi görünmüyordu. Şaşırmamıştı da hissettiği şey daha çok mutluluktu. Daha önce ona iltifat eden bir sürü kız ve erkek olmuştu ama kimseden "seni seviyorum" kelimelerini duyamamıştı hatta babasından bile. Babası onu koruyacağını, onun için ölebileceğini söylemişti ama bir kere bile ona sırılmamıştı. Bu yüzden bir kere bile babasının kokusunu içine çekememişti. Bazen, sarhoş olduğunda, ona onu eve veya yatağına taşıması gerektiği olurdu böyle zamanlar onun için çok değerliydi çünkü babasına sarılmak için pek fırsatı olmuyordu. Svesia'yla yaşadıklarından sonra bile Svesia'dan bir "seni seviyorum" duyamamıştı. Bu iki kelime göğüsünde bir şeylerin kıpırdamasına sebep oldu, gözleri dolmuş ağlayacak gibi bakıyordu. "Üzgünüm seni kırmak istememiştim" dedi kalkıp gitmek istedi fakat Uluğ onu kolundan tuttu ve kendine çekti, çok narin kolları vardı. Onunla pek iyi bir başlangıç yapmamıştı ve hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordu fakat bu onu nedense daha çekici hale getirmişti. Onda Svesia'dan farklı bir şeyler vardı, güzel hissettiren farklılıklar. Ama bunu o an hiç farketmedi, Svesia'yı aklından tamamen çıkarmıştı o an, sadece karşısındaki bu âfitâb-cemâlin hüsnüne hayranlık duyuyordu. Ona sahip olmak istiyordu, içindeki bu kıpırtıyı dindinmek istiyordu. Uluğ'un onu çekmesi Marselie'yi kas katı etmişti. Bir süre dudakları kıpırdamaksızın birbirlerine baktılar. Birbirlerine karşı ne hissettiklerini kendileri bile bilmiyorlardı. Uluğ Marsie'yi omuzlarından tuttu ve yavaşça kendine çekti, bu sırada hala gözleri ayrılmamıştı. Yüzleri birbirine yaklaşmaya başladı. Yaklaştıkça birbirlerinin soluklarını hissettiler. Nefeslerinin sıcaklığı ikisinide gittikçe daha fazla alevlendiriyordu. İkiside vücutlarını kontrol edemiyordu, sanki kendi kendilerine hareket ediyorlardı. Ve dudakları birleşti. Titreyen dudaklarındaki garip tatlılık, yumuşak ve kaygan his ve içlerine işleyen sıcaklık... Unutamayacakları bir duygu içerisinde kıvranıyorlardı, vücutları bir olmak istermişçesine birbirine yakınlaşıyordu. Vücutları birleştiğinde ayrılamaz hale gelmişlerdi, bir iki adım atıp kanepeye döndüler. Uluğ Marsie'nin üstündeydi ağır vücudu bu narin kızın üstüne uzanmış, dudaklarından boynuna ilerliyordu. Belindeki elleriyle hafifçe kendine doğru çekerek boynunun kokusunu içine çekti, yavaşça dilini boynunda gezdirmeye başladı. Marsie er dil darbesinde daha hızlı nefes alıyor, göğsü daha hızlı inip kalkıyor, kalbi daha hızlı çarpıyordu. Uluğ omuzlarından başlayarak elleriyle Marsie'nin ince vücudunu okşadı. Ellerini tişörtünün eteklerine götürdü ve yukarı çekti. Küçük fakat şekilli göğüsleri vardı. Kafasını göğüslerinin arasına gömdü ve tekrar kokusunu içine çekti ve ellerini sutyeninin kopçasına attı. Sutyenini çıkardığında Marsie kafasını çevirdi, utanmış gibiydi. Uluğ göğüslerinin uçlarını hafifçe dilini değdirdi, Marsie vücudunu kastı ve nefesini tuttu. Uluğ Marsie'nin sertleşmeye başlayan göğüs uçlarını emerken gittikçe daha fazla, tahrik oluyor, sertleşiyordu. Artık kendini tutamaz hale geldi ve hafif ısırıklar bırakmaya başladı. Marsie Uluğ'un her hareketinde daha fazla inliyor, her hareketinde Uluğ'un kafasını göğsüne daha fazla bastırıyordu. Uluğ doğrulup tişörtü çıkardı, kasları ve yaraları geniş gövdesini süslüyordu. Tekrar üzerine uzanıp dudaklarına yapıştı. Öpüşürken bedenleri birbirine sürtünüyor, tenlerinin teması ve sıcaklığı muhteşem hissettiriyordu. Uluğ tamamen erekteydi. İkisi de altlarını aceleyle çıkardılar. Uluğ Marsie'nin külotunu yavaşça indirirken tekrar onu kokladı ve yalamaya başladı. Küçük başlayan dil darbeleri şehvetle gittikçe sertleşti, sertleştikçe Marsie'nin inlemeleri daha da arttı. Artık dayanamayarak Uluğ'un kafasını kendine bastırdı. İyice ıslandıktan sonra Uluğ kafasını kaldırdı Marsie'nin içine girmek için hazırlandı. Oldukça sert bir girişti bu, Marsie ve Uluğ kendilerini tutamayacak vaziyettelerdi. Ve artık Marsie "masum bir bakire değildi".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Damarlarımdaki Şeytan
Jugendliteratur"Onu korumalıyım... Hayatımı feda etmem gerekse bile... Şeytanla bir olmam gerekse bile... Onu bu cehennemden kurtaracağım" Uluğ bir gece evine geldiğinde, önü bir yığın swatla doludur. Birden elini bir el tutar ve koşmaya başlarlar elini tutan bir...