... Bu sözleri söyledikten sonra vücudu ince ve gri bir duman tabakasıyla kaplandı. Bu olduktan sonra ayağa sanki hiç yarası yokmuşçasına, daha hızlı daha çevik bir biçimde ayağa kalktı. Ağzındaki kanı yere tükürdü, dudakları ve çenesindeki kanı ceketinin koluyla sildi, yaratığa sert bir bakış attı. Ne yapacağını bildiği gözlerinden okunuyordu. Yüzüne tekrar o korkunç gülümsemeyi yerleştirdi " Eğer öleceksem benimle geleceksin iğrenç şey". Hızlı bir biçimde daha kararlı ve daha öfkeli bir biçimde atağa geçti. Yaratık hiç tedirgin yada korkuyor gibi görünmüyordu aksine artık karşısındakini rakibi olarak değil ufak bir engel olarak görüyordu. Asker bunu farketmişti ve bunu kullanma niyetindeydi. Fakat oda elde ettiği güçten dolayı avantajlı durumda olduğunu düşünüyor ve sadece planına odaklanıyordu. Rakibine yeterince yaklaştığında rapierini kaldirdi ve aniden gözden kayboldu. Yaratık oldukça şaşırmış görünüyordu, tedirgin bir biçimde gözleri bu genç askeri aradı. Başını sağına çevirdi, ve bu anda karnında karnına girmiş olan kılıcın soğukluğunu hissetti ve kolunu dengesizce ve acıyla savurdu ama asker aynı saniyede tekrar gözden kayboldu. Çok geçmeden aynı soğukluğu sırtında boydan boya hissetti. Asker kılıcıyla sırtında oldukça uzun ve derin, çapraz bir yara açmıştı. Yaratık tekrar kollarını acıyla geriye savurdu,hareketleri hala aşırı dengesizdi fakat nafileydi çünkü asker tekrar kaybolmuştu. Asker atağına kısa bir ara verdi ve gözlem için etraftaki dairelerden birinin balkonunda yaratıgı izlemeye koyuldu, hala öfkeden ve acıdan kudurmuş halde etrafında onu arıyordu. Genç asker avantajlı konumda olduğunu bilmekten zevk duyuyordu, her zaman da böyle olmuştu, bu onun en büyük zaafıydı. Açtığı yaralar tekrar bir kara köpükle kaplanmış biraz buhar üretmiş ve kuruyup kapanmıştı. Fakat yaratık hala karnını tutuyordu yani sadece kanamayı durdurabiliyordu, eğer kaslar ve iç organlar zarar görürse ölümü işten bile değildi, ama yinede çevik ve güçlüydü. Ayrıca vahşi bir hayvanın iç güdülerine sahipti, onu yaralamak hiç kolay olmayacaktı. Sadece destek ekibi gelene kadar oyalasa da onu yeterdi fakat bu şeyi öldürmesi gerekti, bu iblisin yaşamaya, varlığıyla bu dünyayı kirletmeye hakkı yoktu. Onu öldürmesi gerekti. Derin bir nefes aldı, yaratığın kara dumanlı nefesi lastik yanığı ve sülfür gibi kokuyordu ve etrafa yayılıyordu. Nefesi verdi ve tekrar saldırıya geçti. Bu sefer yaratık saldırıyı önceden fark etmiş ve duruşunu almıştı. Asker bunu farkettiğinde şaşkınlığını gizleyemedi, saldırıları bir saniyeden daha kısa ataklardan oluşuyordu, hangi güdü hangi duyu bu kadar keskin olabilirdi ki? Yaratık kollarını iki yana açmış, avını bekleyen bir kedigil edasıyla etrafını süzüyor ve saldırıyı bekliyordu. Asker ilk saldırısını en büyük açığı bulduğu yere yaptı. Yutağının bir kısmını ve şah damarını kesti fakat yara pek derin değildi ve kanama hemen durdu. Tam darbeyi vuracakken yaratık omuz ve kollarını yukarı kaldırarak etkisini hafifletti. "Kahretsin! Bunu daha fazla uzatmamalıyım yoksa..." diye düşündü. Ve ardından olabildiğince hızlı tekrar saldırıya geçti. Bu sefer yaratığın gözleri kapalıydı ve öfke ve acı sanki hiç olmamış gibiydi. Saldırı tekrar hedefıni buldu, göğsünü çapraz biçimde kesmişti. Asker geri çekildi hırsına yenik düştü ve bir dahaki saldırısını düşünmeden yaptı. Öfke gözünü kör etmişti. Asker tekrar göğsünü hedef almış ve kılıcı saplamıştı fakat yaratık o an gözlerini açtı, kılıcı saliseler içerisinde sağ eliyle tuttu, çıkarttı,fırlattı. Sol eliyle de askeri boğazından yakaladı ve sıkıca kavradı. Askerin gözleri yuvalarından fırlayacak gibiydi, nefes almaya çalıştı fakat yapamadı. Ağzından salyalar akmaya başladı. Yaratık onu güçlüce solundaki binaya savurdu. Daha yere düşmeden kafasını avucuna aldı ve kafasını hızlıca duvara vurdu duvar paramparça olmuştu ve kafatasının bir bölümü parçalanmıştı. Başı kanlar içindeydi ve artık nefes almıyordu ama yaratık durmadı kafasını duvardan alıp yere vurdu, vurdu ve vurdu. Artık başı yerinde değildi beyninin ve kafatasının parçaları etrafa dağılmıştı, kafasının arka kısmı artık yoktu. O genç ve yakışıklı yüzü, pürüzsüz teni, sapsarı ve ince telli saçları artık kana bulanmış tanınamayacak haldeydi. Yaratık onu bırakıp yerde yatan kıza yöneldi güçlükle yürüyordu ona yaklaşamadan yere yığıldı, sırtüstü döndü veçok güçlü olmamakla beraber bir çığlık attı. Ve öksürüklere boğuldu, ağzından kara dumanlar çıkmaya başladı, dumanlar iyice arttı, ve acı acı inlemeye başladı...
Uyandığında hayatının en kötü akşamdan kalmalığını yaşıyor gibiydi. Vücudundaki bütün kemikler kırıktı sanki, feci bir kas ağrısı bütün vücudunu sarmıştı, ağzında acı-ekşi iğrenç bir tat vardı. Ama hepsinden kötüsü nerede oluştuğunu bile bilmediği bi çok yarası vardı özellikle boynunda ve göğsünde olanlar her nefes aldığında yanıyordu ve muazzam bir acıya sebebiyet veriyordu. Gözlerini açtı yani en azından açmaya çalıştı fakat bulanık gri-beyaz siuletlerden başka bir şey göremedi ayrıca gözleri de yanıyordu. Gözlerini kapattı ve acıyı dindirmeye çalıştı. Bu yaralar nerede olmuştu? Neredeydi? En son ne yaşadığını hatırlamaya çalıştı bu arada bir kadın sesi duydu.
- Uyandın mı? Ses tanıdık geliyordu fakat pek de bir anlam ifade ediyor değildi.
- Yapabildiğim kadar, neredeyim ben? Sen kimsin? Sesi garip çıkmıştı, öksürerek bogazını temizledi.
- Seni korumaya çalıştığım yer. ' Tesis'
- Tesis mi? Hee hatırladım sen o kaçık kızsın dedi gülümseyerek. Bu kadar acı içindeyken gülümsemek tam ona göreydi. Bu arada biraz olsun gözlerini açtı ve başını sağa çevirdi konuşurken insanların yüzlerine bakmayı seviyordu. Az çok etrafını da gördü kolundaki serum ve bembeyaz bir oda... Burası bir revir olmalı diye düşündü.
- Ne diye gülüyorsun, buraya hapsoldun!
- Kaybettiğim pek fazla şey yok desene dedi. Tekrar gülümsedi.
- Aileni ve arkadaşlarını bir daha asla göremeyeceksin.
- Annem öldü babam da bir pislik herifin teki, hiç arkadaşım da yok dediğim gibi hayatımdn başka kaybedebileceğim bir şey yok.
- Onu da kaybedeceksin merak etme dedi sert bir tavırla.
- hıh? Nasıl?
- Buraya tesis denmesinin bir sebebi var. Burası 'doğaüstü' güçleri olan İnsanların kaçırılıp hapsedildiği ve çeşitli amaçlar için kullanıldığı bir hapishane. Buraya kapatılan insanlar bir daha asla özgür kalamazlar.
- O zaman geçen gece sen nasıl bana geldin?
- Geçen gece mi şu an saat 23:31 ve siz 11 gündür uyuyorsunuz beyefendi.
- Hassiktir! 3 gün önce yetiştirmem gereken bir ödevim vardı. Sınıfta kalacağım.
- Pek zeki biri değilsin değil mi? dedi sağ kaşını kaldırarak.
Sadece kahkaha atarak karşılık verebildi ve gülmek yaralarını acıtıyordu.
- Bu arada soruma cevap vermedin.
- Ben seni yakalamak için oradaydım ama sonra seninle kaçmaya karar verdim. Senin çok güçlü olduğunu duydum. Beraber kaçmak için bir fırsat olabilirdi fakat bir hanım evlâdı çıktın! bir iki kilometre daha koşsan şu an... Neyse artık önemi yok bunları sonra konuşuruz. O gardiyanı nasıl yendin?
- Yendim mi?
- Kafatasını paramparça etmişsin. Hoş çocuktu...ama götü fazla kalkıktı.
Duyduklarına inanası gelmemişti ama bu 'onun' işi olmalıydı. Biraz daha doğrulmaya çalışıp gözlerini tekrar açtı artık çok daha net görüyordu. Kız o gecekinden tamamen farklıydı simsiyah kıyafetlerini ve şapkasını çıkarmış yeşil,geniş ve kolsuz çiçekli bir bluz ve sütlü kahve bir pantolon giymişti. Turkuaz bir fular takmış ve saçlarını salmıştı. Turuncu-kızıl ve bukleli saçları ve toz pembe parlak dudakları insanı öldürecek kadar güzeldi. Maviye çalan yeşil gözleri bembeyaz teninde ışıl ışıl parlıyordu. Onu gördüğü an karnına bir yumruk yemiş gibi oldu zaten acıyan ciğerleri nefes alamaz oldu.
"İyi misin? Yüzün kızardı." dedi ve yerinden kalkıp elinin tersiyle yüzüne dokundu, bukleli saçları dans etti adete ve gögsüne değdi, pudra ve çilek kokuyordu ama sentetik bir koku değildi bu onun teninin kokusuydu. O an yüzü daha da kızardı, ilk defa kalbi böyle göğüs kafesini parçalarcasına atıyordu. Yüzüne aptal, acı bir gülümseme yerleşti. Bu kiz kimdi böyle?
"Ben iyiyim. Teşekkür ederim. Adın neydi? " dedi gülümseyerek. " Svesia" diye karşılık verdi. ''Benimki de Uluğ" Yavaş yavaş gözleri kapanmaya başladı, uykusu geliyordu. Svesia ha? Ne kadar güzel bir isim. Ne kadar da güzel saçları var ışıl ışıl, gözleri ölüm kadar güzel. Onu kurtarmalıyım. Ne olursa olsun ...onu kurtarmalıyım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Damarlarımdaki Şeytan
Ficção Adolescente"Onu korumalıyım... Hayatımı feda etmem gerekse bile... Şeytanla bir olmam gerekse bile... Onu bu cehennemden kurtaracağım" Uluğ bir gece evine geldiğinde, önü bir yığın swatla doludur. Birden elini bir el tutar ve koşmaya başlarlar elini tutan bir...