Bölüm 3: Kim Taeyeon

120 27 46
                                    

11.04.2005, Pazartesi, 12:03

"Pazar günü Jessie ile sinemaya gittik." Stephanie öğle yemeğinden bir ısırık aldıktan sonra heyecanla söylemişti bunu. Gözleri parlıyor, sonunda benimle bir şeyler yaptığını anlatabildiği için mutluluktan deliriyordu. Taeyeon'un şaşkın gözleri Stephanie'yi bırakıp bana döndü. Mutlu olmanın yanı sıra biraz da hayal kırıklığı saklıydı ifadesinde. Ona bakmamak, onu görmemek için eğdim başımı. Şimdi ellerimi görüyordum. Tedirgin bir şekilde sıcak bardağa sarılmıştı parmaklarım. İşaret parmağım yavaş bir ritimle kalkıp iniyordu. Keskin, sütsün ve kremasız siyah kahve parmaklarımdan bana doğru yolladı acısını.

Bu sevginin en kötü yanıydı şu an yaşadığım. Taeyeon benim arkadaşımdı, çok yakın bir arkadaşım. Arkadaşlar birbirlerini severdi ve Taeyeon da beni seviyordu. Bunu hissedebiliyordum, aramız eskisi gibi iyi olmasa da hâlâ ilk senemizdeki gibi sevdiğini biliyordum beni. Ne kopmuştu bilmiyorum ama bir şeyler kopabilirdi, arkadaşlık bağımız Stephanie de olduğu kadar güçlü değildi. Yine de, onun beni sevdiğini biliyordum. Kötü olan da buydu işte. Aptal bir kalp, hayallerle dolu bir beyinle birleştiğinde bütün bu samimiyet, sıcaklık, tatlı hareketler, jestler... Hiçbiri bana arkadaşlığın eklentileri olarak gelmiyordu. Taeyeon'un Stephanie'yi sevdiğini bile bile sanki beni seviyormuş gibi hallere giriyor, utanıyordum. Ve sesinde saklı olan hayal kırıklığı bunu daha da güçlendiriyordu. "Bu harika."

Onsuz gittiğimiz için bize kızgındı, her arkadaş hissederdi bunu. En azından haber vermeliydik. Ama içindeki bu hayal kırıklığı nedendi? Benim yüzümden miydi? Benimle sinemaya gidemediğim için miydi? En sevdiğimiz şeyler aynı olduğu hâlde onunla paylaşmadığım için miydi? Onu davet etmediğim için miydi? Yoksa... Stephanie yüzünden miydi? Sinema onlara ait bir aktiviteydi. Stephanie onsuz gittiği için miydi? Stephanie, beni tercih ettiği için miydi? Onu davet etmediği için miydi?

Muhtemelen ikinci kısım doğruydu ama işte ben, tedirgin ellerimle sanki ilk kısım doğruymuş gibi hayaller kuruyordum.

Kim Taeyeon ile lisenin başında tanışmıştık. O güne kadar Stephanie ve ben sadece iki kişiydik. O masada beşlik çaktığımızdan beri Stephanie ile hiç ayrılmadık. Lisede de aynısının olacağından emindik ve öyle de oluyordu. Lisenin ilk günüydü, sınıflarımızı öğrendikten sonra Stephanie ile beraber kol kola aramaya başlamıştık yerini. Buraya gelmeden önce iki şişe su bitirmişti Stephanie, büyüdüğü için çok heyecanlı olduğunu söylüyordu. Bu yüzden tuvalete gitmek zorunda kalmıştı. İçerisi iğrenç koktuğundan onu dışarıda bekliyordum. İşte o sırada... Kısacık boyu, eğik başı, tedirgin adımları ile önümden geçmişti Taeyeon.

Gözlerimi onda kaybetmiştim. O ilerliyordu ama ben sadece aynı yöne bakıyordum. Korkuyla kapıların üzerinde yazanlara bakışını izliyordum. Öyle bir duruşu vardı ki kimsesiz olduğu, hiç arkadaşının olmadığı ve belki de dışlanmış biri olduğunu hissedebiliyordum. Bütün bunları o yavaş ve küçük adımlarında görebilmiştim. Dört adım, tam dört adım, bunu hiç unutmadım. Durdu ve endişeyle benim tarafıma döndü. Sanki dili tutulmuş gibiydi, konuşmayı unutmuş. Elinde sımsıkı tuttuğu kâğıdı yavaşça uzatıp bana gösterdi. Ders programı vardı, sınıfı yazılıydı. Sınıfını soruyordu bana. Başımı kâğıda doğru uzatmıştım, yüzümde oluşan o gülümsemeyi hatırlıyorum hâlâ. "Aynı sınıftayız. Beraber gidebiliriz."

Azla unutmadım. Asla unutmadım o anki ifadesini. Endişe, korku, yalnızlık... Hepsi terk etmişti büyü bir hızla yüzünü. Bu kova boşlukta ona gülümseyen ve arkadaş olmak isteyen birini bulmak öyle mükemmel bir hediyeydi ki onun için, bu kadar utangaç olmasa bana sarılabilirdi orada.

The CinemagoerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin