18.01.2018, Perşembe, 01:00
"Film izlemeyi sevdiğini, bu kadar çok sevdiğini bilmiyordum." Taeyeon, küçük dairemde oturacak yer olmadığı için yatağıma oturuyor. Yanıma, çok yanıma... Kolu, koluma değdiği her an içim kamaşıyor. Hâlâ ilk günkü gibiyim ona karşı, onun yanında. Yıllardır birbirimizi tanıyoruz ama hiç tanıtmadım kendime ona, düzgünce. Bilmiyor filmlerimi. "Seni zorluyoruz sanıyordum."
Bir şey demeden gülümsüyorum. Odamın karşımızda duran duvarı kocaman bir kitaplık, içi bir sürü dvd ile dolu. Özenle türlerine ayırmışım, bazıları alfabetik sırayla, yönetmenlerine göre ayırdıklarım ve oyuncularına göre ayırdıklarım da var. İzlediğim çoğu film duruyor karşımda, paramı düzgün bir odadan çok bunlara harcamayı seviyorum. Ama onca filmin arasında en sevdiğim film yok.
"Neden sakladın?" Taeyeon ve Stephanie, Kaliforniya'ya taşınalı birkaç ayı geçmemişti. Ailesini özlediği için bir haftalığına geri dönmüştü Taeyeon. Stephanie burada değildi. Taeyeon ile en yalnız, en iki olduğum zamanlardı bunlar. İki günlüğüne benimle kalmak istemişti. İkinci günündeydik Taeyeon'un burada oluşunun. Biteceğinden korkuyordum onunla en özel iki günümün.
"Bana özel kalmasını istemiştim." Başımı eğdim. Kolu, koluma değdikçe ne yapacağımı şaşırıyordum. Neredeyse otuz yaşına gelmiş iki kadındık ve ben hâlâ küçük bir kızdım onun yanında. "Bazı diğer şeyler gibi."
Bana baktığını hissediyordum. Hangi duygularla seyrediyordu beni? Ne görüyordu bana baktığında? "Jessica, neden sakladın?"
Bu sorunun filmlerle alakası olmadığını biliyordum. Taeyeon'un benim hakkımdaki en büyük sırrı, en büyük gerçeği bildiğini biliyordum. Başımı kaldırdım, göz göze geldiğimizde onun karşısında ilk defa ağlarken buldum kendimi.
"Neden söylemedin hiç?"
"Bunu kolay bir şey mi sanıyorsun?" Sinirlice çıkıştım ona. Gözlerim, gözlerine acıyla batıyordu. Gözlerine baktıkça, her bakışımı hatırlıyordum ona. İlk günden beri nasıl baktığımı, nasıl sevdiğimi... "Taeyeon, sizi kaybetmek istemedim."
Sustu.
"Stephanie benim en yakın arkadaşım, Taeyeon." Yatakta, bana doğru döndüğünde kolunun verdiği azaptan kurtulmuştum. Ama şimdi, ellerim onun elleri arasında, daha büyük azaplara doğru yola çıkıyordum.
"Senin de bir hayatın vardı. Sadece Stephanie'nin hayatı değildi bu."
"Hiç anlamıyorsun." Elini ittim. Onun elini. İlk defa, ilk defa sevgiyle tuttuğu ellerimi çektim ellerinden. "Sana itiraf ettiğimde ne değişecekti?"
"Bilmiyorum." Üzgünce başını eğmişti. "Sanırım haklısın. Saklaman daha iyiydi."
"Evet."
Korkunç. Korkunç bir sessizlikti bu tartışmanın sonu. Gidecek, evimi terk edecek diye korkuyordum. Uzaklaşacak ve her şeyi Stephanie'ye anlatacak ve ben her şeyi, herkesi kaybedeceğim diye korkuyordum. Gözyaşlarım kucağıma damladıkça korkularım içime birikiyordu.
"Ben hep biliyordum bunu ama." Dudağını ısırdı. "Ya da böyle olmasını ummuştum. Bilmiyorum. Sanırım çok egoist ve bencil bir istekti."
Başımı oynattım. Ona cevap vermek istemiyordum. Onunla konuşmak istemiyordum. Şu an yaşadıklarımızı silmek istiyordum ve onu evime hiç almamış olmak.
"Özür dilerim, Jessica. Denedim, seni sevmeyi çok denedim. Ama bunun için çok yorgundum. Sen ağzını açmaz, karşındakini beklersin. Hiçbir şey anlatmaz, sessizce sevilmeyi beklersin." Tekrardan elimi yakaladı. "Ben buna geri dönemedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Cinemagoer
Fiksi PenggemarBu aşk hikâyesinde benim yerim yok. Ben sadece biletsiz bir seyirciyim, onlar ise gelmiş geçmiş en romantik aşk filmi.