Prologue

960 52 45
                                    

Sonunda bu hikayeye başladııımmm. Umarım seversiniz.

      


○○○○ 

Bütün benliğimle orada dururken, karşımda ne yapacağını bilmeyen oğlana baktım. Geldiğimiz bu durum karşısında yapabileceğim hiçbir şey yokmuş gibi hissediyordum. Dayanamayıp histerik bir gülüş bıraktığımda koskoca ormanda sadece benim sesim yankılanıyordu.

Bütün orman sadece beni ve kalbimin derinliklerindeki acıyı dinliyordu.

Yapabileceğim hiçbir şeyin olmaması bunca yıldır yaşadığım yaşamda karşılaştığım en acı verci şey olmuştu.

Bunca yıllık yaşamamımda ilk defa değer verdiğim biri olmuştu ama şimdi elimden gelen hiçbir şey onu kurtarmaya yetmiyordu.

Nereden sahip olduğumu bilmediğim lanet kanımda, kanımla birlikte damarlımda ruhumun en derin noktalarına kadar ilerliyordu. Kaybettiğim onca şey gözlerimin önünden geçiyor, arkalarına bakmadan beni karanlığımda yalnız bırakarak ilerliyorlardı. Kulaklarımda ilk gün duyduğum iğrenç ve tiksindirici ses bana lanetimin her zerresini anlatıyordu. Bir kez daha çaresizliğimi gözler önüne sermek istermişçesine içinde bulunduğumuz durumu benim açımdan daha da dramatikleştiriyordu.

Bunca zaman karanlıkta bir çıkış yolu ararken yıpranmış bedenim son zamanlarda yaşadıklarıma daha fazla dayanabilecek gibi değildi. Işığı ararken kaynağa fazla yaklaşıp kavrulmuştum. Yanmış, kül olmuş ve tekrardan unutulmuştum. İki bin yıldır başladığım noktaya geri dönmek ilk defa bu kadar acıtmıştı. Acizliğim ve güçsüzlüğüm ilk defa bu kadar gün yüzüne vurulmuştu.

Ne yaptığımı bilmeden suçumu kabullendiğim, bu lanet ile yaşadığım her cehennem gibi güne rağmen Tanrı hala benim cezamı çekmem gerektiğimi düşünüyor olmalıydı. Ne kadar dayanacağım bilmeden, ölemeyeceğimi bilmeden ilerlemek ise beni zaten başında yok etmişti.

Karşımda rüzgardan savrulan kısa saçlı, kahverengi gözlü oğlanla göz göze geldim tekrardan. Belki de hayatımın en güzel diyebileceğim günlerini veren oğlana baktım. Şimdi gözlerinde anlamamazlık ve korku görüyordum. Neden burada olduğunu, neden bana baktığını bilmeden, hiçbir şey hatırlamadan bir boşlukta duruyormuş gibi görünüyordu.

Ona yabancı geliyordum. Bir yabancı ile ormanın ortasında olmak onu belki de benim görünüşümden bile daha çok korkutuyordu.

Çirkinliğim, suratımdaki kocaman yara izi ve vücudumdaki tuhaf dikişler beni bir canavar gibi gösterirken, ay sanki bunları saklanmamı engellemek istermiş gibi daha çok parlıyor, benim nasıl bir canavar olduğumu karşımdaki oğlana gösteriyordu.

İkimiz de kıpırdamıyorduk. Ne bir ses ne bir kıpırtı vardı etrafta. Sadece rüzgar saçlarımızı okşuyor ama bir ses bile çıkarmadan işini yapıyordu. O an yaşadığımız bütün anıları, aramızda ördüğümüz bağları sessiz bir şekilde koparıyor ve bizden milyonlarca kilometre uzağa götürüyordu.

Çocuğun gözleri vücudumda gezinmişti. Daha çok korkmaya başlarken bir şeyler yapmam gerektiğini düşünmüştüm. Elimi sanki ona uzanabilirmişçesine kaldırdığımda korkmuş ve bir adım geri atmıştı. Parçalanan kalbimin her bir parçası bu hareketi ile birbirinden daha da uzaklaşmış ve ruhumun ulaşabildiği her yere bir daha birleşemeyecekmiş gibi dağılmıştı.

"Korkma."

Çatlayarak çıkan sesimle daha çok ürkmüştü. Sonuçta karşısında bir canavar duran normal bir insandı.

"Nesin sen!? Se.. sen bir Canavarsın!" Hiçbir zaman bana böyle seslenmemişti. Bu ilkti. Bunca yıllık yaşamamımda sürekli duyduğum bu kelimeler şimdi ilk defa kalbime saplanmıştı.

"Beni hatırlayamaz mısın?"

"Seni hatırlamak mı?... Seni neden hatırlayayım? Böyle bir şeyi hatırlamayı bırak seninle bir işim bile olmaz!" Bu kadardı.

Yaşadığımız her şeyi tek sözü ile bir kenara atmış, gitmeden önce ezip geçmişti. Hiçbir şey kalmamıştı geriye. Atmaya başlamış olan kalbim tekrardan durmuştu, yaşamaya başlamış ruhum tekrardan kurumuş ve solmuştu.

Her şeye rağmen gülümsemiştim. Neden gülümsediğime anlam veremeyen çocuk aslında içinde bulunan merak ile hala karşımda durmaya devam etmiş, bir şeyler söylememi beklemişti. Ama bu saatten sonra söyleyebileceklerim sınırlıydı.

"Elveda Baekhyun. Bir daha karşılaşmayacağız."

Son kez oğlana baktığımda arkamı dönüp karanlık ormana doğru yürümeye başlamıştım.

"Se..sen O musun?... Cartaphilius?"

Sorduğu soru ile aniden yerimde durmuştum. Bu adı duymak nostaljik gelmişti. Her kim bu adı söylediyse, bulunduğum yerden taşlar, soplara ve ateşlerle kovanalanmam bir olmuştu. Yine yaşayacağım şeyler, yaşanmışlık olarak gözlerimin önüne geldiğimde geriye baktım.

"Artık bir önemi yok." dediğimde onu tamamen arkamda bırakıp ormanın karanlık kısımlarına, bunca zamandır ait olduğum yere doğru yürümeye başladım.




*・゜゚・*:.。..。.:*・'(*゚▽゚*)'・*:.。. .。.:*・゜゚・*

Eveeet değişik bir kurgu ile bu hikayeye başlayacağım. Öncelikle cartaphilius dan biraz söz edeyim ki kafanızda soru işaretleri kalmasın.

Wandering Jew olarak bilinen Cartaphilius, İsa'nın çarmıha gerilmesi esnasında ona taş atarak sonsuza kadar ölümsüzlükle lanetlenen biri. Canlı canlı toprağa görülmüş ve bir gün Joseph adında biri tarafından kurtarılmış. Ama Cartaphilius bu Joseph adındaki kişi ile vücuden birleşmiş ve kıyamete kadar ölümsüz bir şekilde ortalarda dolanmaya başlamış.

Bu hikayede ölümsüzlük ve ismi kullanmaya karar verdim. Yani bir taş atma vs olayları yok. Sadece karakter olarak bu şekilde ilerleyeceğim. Diğer kitaplarımdan biri bittiğinde buna direk başlayacağım.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Cartaphilius /CB/BYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin