1. Bölüm

93 1 0
                                    


Yükselen ışıl ışıl binaların aydınlattığı yolda belki de normal sayılamayacak bir hızla evime yol alıyordum. Yüksek binalar bana insanlığın önü alınmaz bir hızla nasıl şekil değiştirdiğini hatırlatıyordu. Yolu uzatmak için kaçıncı kez aynı yerden geçtiğimi bilmiyorum. Yolun, bende ruhumu huzura erdiren bir yanı vardı. O yüzden hiç kısa sürede eve giremezdim. Yol aldıkça uzaklaşırdım aklımdaki düşüncelerden... Ne kadar hızlanırsam o kadar hızla geride bırakıyordum beni rahatsız eden her türlü düşünceyi.

Ne kadar canım sıkkınsa yol da o kadar uzardı. Zaten beni evde bekleyen kimsem de yoktu. Ne annem ne babam ne kardeşim... Hiç kimsem yoktu. Anlayacağınız hayata şanssız teşrif edenlerdendim. Bugün canımı neyin sıktığını ben de bilmiyordum. Sadece sıkkındı işte.

İşim gayet güzel geçmişti. Bir sorun olmadan halletmiştim. Aracı benden memnun olduğunu ifade eden mesajını da atmıştı. Ancak bunu görmek benim için hiçbir şey ifade etmemişti. Sadece dudak kenarlarım biraz acıyla kıvrılmış olabilirdi.

Herkes hayatta kalabilmek için bir mesleğe sahip oluyordu. Herkesin bir şeyler yapması gerekiyordu. Emek sarf etmesi, mücadele etmesi... Şu ışıklarla aydınlatılan gökdelenlerde yer edinmelilerdi. Marka giysiler giyinmeli, en lüks yerlerde yaşamalılardı. Herkes çok güzel ya da çok yakışıklı olmalıydı. Değilsen estetik olmalıydın mesela. Bakımlı olmalıydın. Kimse seni kişiliğin için sevmezdi. Üzerine aldığın montun marka olması gerekirdi. O zaman bir şeyler alevlenirdi işte yüreğinde(!)

Ben de bu hayatta herkes gibi yer edinmek için bir iş bulmuştum. Aslında iş beni bulmuştu. Açtım. Sokaklarda dolanıyordum. Midemin kendi kendini yemeye başladığını düşündüğüm bir zamanda bu acıya bir son vermeyi bile düşünmüştüm. Kaç kere ölümden döndüğümü hatırlamıyorum. Yanlış da olsa ben de bulmuştum işte sonunda hayatta kalmayı. Sanırım benim yerimde kim olsa benim seçtiğim yolu seçerdi. Kimse sınanmadığı günahın masumu değildi. Ben işlediğim günahla hiçbir zaman huzur bulamamıştım. Ama bir gün buna da alışacaktım. Yani, umarım.

Direksiyonu iyice kavrayıp sıktım. Ben bir kiralık katildim. İyi adam olmak bana çok uzak bir kavramdı artık. Yine de idare eder yanlarımın olduğunu düşünüyordum. Bu çıkarımımdan da ne kadar yolumu sapıtmış olduğumu daha da iyi anlamışsınızdır. Ben sapkının tekiydim. Kim değildi ki? Hele şimdi...

Hani bir soru var ya... Kısır döngünün içinde dönüp duran o soru... Hayat biz büyüdükçe mi çirkinleşti yoksa hep mi öyleydi? Küçükken hayatım yetimhanede geçmişti. Ben de herkes gibi okula gitmiştim. Arkadaş edinmiştim. Hayat bir bakıma bütün eksikliğiyle güzeldi. Her şeyin bir tadı vardı mesela. Bütün gülüşler güzeldi. Hiçbir yapmacıklık, hiçbir sahtelik yoktu. Birisi size gerçekten sinir olduğunda bunu gerçekten gösterirdi. Yüzünüze karşı yapardı her şeyi. Kalleşlik bile yüz yüze olurdu. O zamanlar çok da uzakta değil. İşin kötüsü pek yakında da değil.

İşim her ne kadar kimsenin hoşuna gitmese de hayatımı ondan kazanıyordum. Dedim ya ben de bir yolunu bulmuştum işte. Lüks bir arabam, şehrin ışıklı manzarasını içine alan yüksekte bir evim, her zaman için moda dergilerinden fırlamışçasına giyindiğim takım elbiselerim, takım elbiseme yakışacak değerde kol saatim, her değişen modelle birlikte değişen son model telefonum... Mutlu olmak için her şeyi dizmiştim hayatıma. Ama büyük bir sıkıntı vardı.

Mutlu değildim.

İki karakterim vardı oynamam gereken. Birisi fazlasıyla hassas, duygusal, saf görünümlü ve şirketin genel müdürü herkesin bildiği Faruk Ekinci. İkincisi ise soğukkanlı, disiplinli ve de oldukça başarılı kiralık katil. Bazen oynadığım rolleri ben bile birbirine karıştırıyordum. Zamanla aslında kim olduğumu unutmuştum.

Gerçekten de ben kimdim?

Saat gece yarısını geçmişti ve bir türlü evime gidemiyordum. O huzur dolu(!) yuvama gitmemek için daha ne kadar dolanmam gerektiğini düşünmeye başlamıştım. En son direksiyonu kırdığımda rotamın evimden bağımsız bambaşka bir yere yön değiştirmesine sevinmiş ve hatta bir nebze huzur bulmuştum.

Size kendimden biraz daha bahsedeyim. Zira gideceğimiz adreste buna ihtiyacınız olabilir. Kimseye acımayan bir kiralık katildim. Bunu zaten biliyorsunuz. Kimsenin kimliğini sorgulamazdım. Neden öldürülmesi gerektiği umurumda olmazdı. Sadece işimi bitirir ve hakkettiğim ücreti alırdım. Elbette bu her defasında yüklü bir ücret olurdu. Kolay iş değildi ne de olsa.

Yirmi sekiz yaşında, çevrenin tabiriyle sessiz, sakin ve yakışıklı bir gençtim. Ten rengime bayılıyordum. Ne güneşin yakıcılığından ne de kışın soğuğundan etkileniyordu. Her zaman için pürüzsüzdü. Saçlarım her zaman için dağınık ve kendinden geçmiş bir vaziyette olurdu. Bu durum da hoşuma giderdi. Çünkü kızlar bayılıyordu. Önemli olan da buydu zaten.

Gizli bir kiralık katil olmamın yanında, en yakın arkadaşım bir polisti. Aramızda ilginç bir bağ vardı diyebilirim. Ne kadar serseri ve yaramaz bir çocuk da olsa severdim keratayı. Dünya tatlısı bir annesi ve kuralcı yapısıyla etrafını yöneten bir de babası vardı. Babasıyla arasının iyi olduğunu hiç görmemiştim. Ne yalan söyleyeyim Tunç gibi bir oğlum olsa benim de aram iyi olmazdı.

Liseden beri iyi arkadaştık ve dürüst olmak gerekirse onun değil bir polis herhangi bir şey bile olmasını beklemiyordum. Akademiye giderken bana attığı bakışı hala unutamıyorum. "Ben gidiyorum peki sen ne olacaksın?" bakışıydı. Ben de ona "Sen gidiyorsun. Ben ne olacağım?" bakışı atmış olabilirim. Gerçekten de o zamanlar dipsiz bir kuyunun dibindeydim ve kimse o kuyunun kapağını kapatmasın da en azından ay ışığını görebileyim derdindeydim.

Ben herkesin gördüğü gibi lüks içerisinde, o ulaşılmak istenen hayatı yaşasam da zamanımın çoğunu Tunçların evinde geçirirdim. Şu anda yol aldığım adres de tam olarak orasıydı. Saat gecenin biriydi. Ama bunu umursamıyordum. O kadar çok onlarla vakit geçirmiştim ki... Her zaman için sahip olmak istediğim ailem olmuştu onlar benim için. Bilmiyorum ama umarım onlar da beni evlatları olarak kabul ediyorlardır. Bir yabancı değil de, bir evlat. Tıpkı Tunç gibi...

Kapıyı ısrarla üçüncü çalışımda ebleh suratıyla yataktan kalkmış Tunç açmıştı. Limon sarısı saçları elektriklenmişti. Yumuk gözlerle bana bakıyordu. Çatallaşmış sesiyle "Faruk?" dediğinde içeri adımımı atmıştım bile. Tunç kapıyı kapattı ve benimle ilgilenmeyi bırakıp odasına yöneldi. Ben de onu takip ettim. Dolabın yukarısından indirdiği ultra kalın yorganı aşağı attı. Ardından daha fazla vakit kaybederse uykusunun da kaçacağı bilinciyle yatağının üzerine öylece bıraktı kendini. İstemeden de olsa gülmüştüm.

Yere gelişi güzel atılan yorganı düzelttim. Ceketimi çıkarıp sandalyeye giydirdim ve kravatımı da çıkarıp üzerine özenle yerleştirdim. Fazlasıyla sert olan yorgana sırtımı koyduğumda bana tanıdık gelen o ev kokusu huzuru bulmam için yeterli olan tek şeydi. Ellerimi karnımda birleştirip, gözlerimi tavana diktiğimde kendimi bir saat öncesine göre gayet iyi hissettiğimden emindim.

Gözlerimi kapattığımda ben de kendimi uykunun güvenli kollarına bırakmıştım.

***

Kiralık KatilHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin