Uyuşmuş beynim kafamın içinde çalkalanıyordu. Uzandığım kanepeden tavana gözlerimi dikmeye çalışıyordum. Pek becerebildiğim söylenemez. Çünkü gözlerimi aynı noktada sabit kılamıyordum. Ne kadar denesem de olmuyordu. Ben de başka bir yöne bakmaya çalıştım. Ama hayır. Gözlerimi kaydırdığım anda yoğun bir baş dönmesiyle, zaten yatmakta olduğum yerden az daha aşağı düşecektim. Neredeyse...
Kendime tatil verdim ve diğer insanların yaptığı gibi tatil mekanlarında değil de kanepemde geçiriyordum vaktimin büyük bir kısmını. İçimde büyük bir öfke vardı. Karşıma çıkan herkesi öldürmek isteyecek kadar büyük bir öfke. Eski, tanıdık ve o çok güçlü his... Böyle insanüstü bir gücüm olsa ve öfkem ateşe dönse. Çevremdeki herkesi kül eder ve zerre pişmanlık duymazdım sanırım.
Duygu'nun ardından hissettiğim yoğun acıyla baş etmeye çalışıyordum. Sanırım hayatım boyunca böyle bir ölüm acısıyla karşı karşıya kalmamıştım. Bu ilkti. Acımla birlikte eriyen lav gibi kavruluyordum ve bir gün tamamen yok olacaktım. İntihar düşünceleri zihnimde dolanmaya başlamıştı.
Bir tek intihar düşüncesi eksikti bulanık zihnimde. Zaten her türlü insan öldürmeye yatkındım. Sıra kendime mi gelmişti yani şimdi? Bu fikir bir şeyleri tetiklemişçesine tıpkı bir deli misali gülmeye başladım. Önce içimde titrek bir mum ışığı gibi başlayan gülme kahkaha halini almıştı. Gerçekten fena fikir değildi sanki;ölmek. Olduğum yerde doğrulmaya çalıştım. Başım o kadar şiddetli bir şekilde dönüyordu ki... Şu durumda hiç de birisini öldürebileceğimi düşünmüyordum. Hele ki kendimi? Deli gibi gülmeye devam ettim. Sanırım ben Duygu kadar cesur değildim. Onun gibi fütursuzca ölüme yürüyemezdim. Bu gerçekten de güç isteyen bir şeydi.
Uzun saatler boyunca uzandığım kanepede aklımda dolanan şeyler sadece Duygu hayatta olsaydı onu asla bırakmayacağımla ilgili hayaller kurmaktan ibaretti. Mesela herkesin içinde bağırarak, biriktirdiği anıları fırlatma sahnesi geliyordu gözümün önüne. Orada büyük bir şaşkınlıkla öylece kalmıyordum. Tutuyordum elinden ve gitmesine izin vermiyordum. Peşine düşüp bunun nedenini soruyordum. Uzun uğraşların sonunda söylüyordu. Bana inanmıyordu başta. Ama iftirayı atan şerefsizin önüne dikiyordum onu. Orada her şey açığa çıkıyordu işte. Sonrasında biz mutlu sonla hikayemizi sonlandırıyorduk.
Ne kadar çok aynı senaryoyu kafamda döndürsem de değişen bir şey olmuyordu. Kafam daha da fazla dumanlanıyordu o kadar. Benim sarhoş olmak veya kafayı bulmak için herhangi bir madde kullanmama da gerek yoktu. Benim uyuşturucum Duygu'ydu. Her ne kadar artık bu dünyada olmasa da bana etki edebiliyordu. Yücel'in benim kadar üzüldüğünü düşünmüyordum.
Ya da onu son gördüğüm gün... O gün aklıma geliyordu ve başka bir senaryo çiziyordum kafamda. Hazır onu aldatmadığımı öğrenmişken, hazır sana gelsem dediği zaman... İşte o zaman bir şeyler yapmalıydım. Ama... Ben...
O zaman onu bu kadar sevdiğimi bilmiyordum ki...
Gözyaşlarım süzülüp ıslatırken kanepemi, uzandığım telefondan birine mesaj attım. İçimdeki öldürme isteğini bastıramıyordum. Ne kadar çok kişiyi öldürürsem o kadar yanan ateşimi söndürebilecektim sanki. Saçma gelebilir size belki bu söylediğim ancak beni kimsenin anlamasını beklemiyorum zaten.
Mesaj aracıyaydı ve şunlar yazıyordu. "İş... Var mı?"
*** *** ***
Bir insanın ölümü bu kadar basitti işte. Nefesinin artık duyulmaması, teninin artık aynı sıcaklıkta durmaması, gözlerindeki ışığın yavaş yavaş sönmesi, ruhun bedenden ayrılışı bu kadardı. Bu kadar basitti işte. Ama her zaman şaşırtıcıydı. "Böyle bir şeyin olabileceğini hiç tahmin edemezdik?" sözleriyle devam ediyordu yalanlar. Herkes bilir bu gerçeği ama herkes unutmuştur. Unutmak istemiştir. Böyle yaşayamayacaklarını düşünürler çünkü. Ama aslında ölümü her unutuşumuzda yaşamıyoruz bence.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kiralık Katil
ActionHerkes kendi hayatının başrolünü üstleniyor. Peki ya bu hayatın başrolü kötü adamsa? Bu hikayenin kahramanı bir şövalye değil, beyaz atlı bir prens değil, yakışıklı ve zengin CEO hiç değil, bu hikayenin kahramanı-kahraman demeye bin şahit ister-bir...