Geciktiğim için çok özür diliyorum, ayrıca kısa bir bölüm olduğunun da farkındayım. Ama bu aralar evde değildim. Kısa bir tatil yaptım, artık sizlerleyim :) Umarım bölümü beğenirsiniz. Biraz sıkıcı oldu sanırım. Bölümde olay da yoktu. Bir kaç bölüm daha böyle geçecek sanırım. Bu, karakterlerin daha çok tanınması ve olaylara hazırlık amaçlı. Hepinize iyi okumlar... :*
Genç kız gözlerini yıldızlardan ayırıp içeri girdi. Yavaşça kapıyı kapatıp odasına geçti. Yatağının üzerinde duran hediye paketini açtı. Florence ona geçen gün çok beğendiği krem rengi çantayı almıştı. Mavis'in beğendiği her şeyi zihninde tutuyor olmalıydı. Gülümsedi. Böyle bir arkadaşa sahip olduğu için gerçekten çok şanslıydı. Çantayı yatağının yanına koyup üzerini değiştirdi. Gün içinde çok yorulmamış olsa da kendini yatağa bıraktığı anda uykuya daldı.
Sabah kalktığında uyuşuk adımlarla mutfağa girdi. Her sabahki gibi ilk önce buz dolabını açıp içinden annesinin yaptığı limonatayı çıkardı. Raftan bir bardak alıp ağzına kadar doldurdu. Bir kaç damla yere dökülse de umursamadı. Bir dilim ekmeği kızartıp kızarmış ekmeğinin üzerine yumuşaması için yağ sürdü. Sonra da ekmekle beraber, annesinin limonatasını yudumladı. Bu Mavis'in rutinlerinden biriydi. Her sabah aynı şekilde kahvaltı ederdi.
Bayan Piazza daha uyanmamıştı. Mavis bunu fırsat bilerek biraz daha uyuşuk davrana bilirdi. Bardağını ve tabağını yıkamadan önce tekrar odasına girdi. Tam kendini yatağa atacakken bugün Florence ve o iki genç çocukla buluşacağını hatırladı. Küçük bir sızlanma eşliğinde uyuşukluğunu üzerinden atmaya çalıştı. Herkese evet demekten bıkmıştı, ama elinden başka bir şey gelmiyordu ne yazık ki.
Dolabından düz yeşil bir elbise seçip üzerine geçirdi. Sonra da mutfağa dönüp yaptığı dağınıklığı temizledi. Bardağını ve tabağını yıkayıp bir bezle yere döktüğü limonatayı sildi.
Annesi hala uyanmadığı için ona bir not bırakmayı düşündü. Küçük bir kağıda Florence ile dışarıda olacağını not edip buzdolabının üzerindeki mıknatıslardan birinin altına sıkıştırdı. Evden çıkmadan önce odasına gidip yatağının yanına bıraktığı çantasını aldı. Florence için küçük bir jest daha.
Florence'e mesaj atıp onlara doğru yola çıktığını haber verdi. Yürüyerek Florence'lerin evine vardığında Florence de henüz dışarı çıkmıştı.
Florence Mavis'i görür görmez hediye ettiği çantayı kullandığını görünce neşeyle kıza sarıldı. Florence küçük şeylerden bile mutlu olabiliyordu. Mavis onun en çok da bu özelliğini seviyordu zaten.
Mavis'in koluna girip yürümeye başlarken "Hediye ettiğim çantayı takmışsın." dedi gülerek.
"Tabii ki, zaten çok beğenmiştim. Teşekkür ederim sarışın."
"Ne demek şekerim, yeter ki sen iste."
"Eee Marco'yla durumlar nasıl? Dün çocuğa bakmaktan gözlerin yerinden çıkacak sandım."
Florence hafifçe kıkırdadı. Çantasından telefonu çıkarıp rehbere girdi. Mavis'in suratının önünde sallayarak "Bana telefon numarasını verdi, dün akşam sizden ayrıldıktan sonra bütün akşam onunla konuştum. Harika birisi. Tanırsan seveceğine eminim."
"Tebrik ederim sarışın. Demek yeni eniştemiz bir müzisyen. Eh futbolcu olmasından iyidir. Bilirsin futboldan kesinlikle-"
"Nefret ediyorsun. Biliyorum. Sebastian'a yaptıklarını hala unutamıyorum. Üstelik çocuğun hiçbir suçu yoktu. Neyse zaten ondan ayrıldığım iyi oldu yoksa benim tatlı Marco'm ile tanışamayacaktım."
Mavis onun bu haline gülümsemekle yetindi. Arkadaşını gayet iyi tanıyordu. Bu da gelip geçici heveslerinden biriydi. Artık onun bu şıpsevdi hallerine alışmıştı, yadırgamıyordu.
Birlikte provaların olacağı yere doğru ilerlediler. Florence, Mavis'in aksine oldukça heyecanlı ve mutlu görünüyordu. Mavis ise biran önce buradan kurtulmak ister gibi bakıyordu etrafına.
Cesare ve Marco iki genç kızı kapıda karşılayıp provanın yapılacağı salona yönlendirdiler.
Söze başlayan Marco olmuştu. "Nasılsınız bayanlar? Sizi burada görmek büyük bir onur."
İki kızda iyiyiz diye cevap vermişlerdi. Gerçi Marco bütün bunları Florence'e bakarak söylemişti. Mavis bu tür durumlara alışık olduğu için önemsememişti. İkinci planda olmak zaten tercih ettiği bir şeydi.
Florence ve Marco önden içeri girerken Cesare de Mavis'in yanında bitmişti. Kız her ne kadar yüz vermek istemese de Cesare'nin yanından ayrılacağı yok gibi duruyordu. Onlar da arkadaşlarının arkasından içeri girdiler. Büyük bir bina sayılmasa da hoş bir yapıydı. Girişinde krem rengi duvar kağıtlarının üzerine asılmış yağlı boya tablolar ve koridor boyunca çiçeksiz bitkiler sıralanmıştı. Aydınlık ve ferahlatıcı bir ortamdı.
Büyük bir odaya girdiler sonra. Burası sahnenin yer aldığı odaydı. Prova da burada yapılacak olmalıydı. Her tarafta çalınmayı bekleyen müzik aletleri ve notalar duruyordu. Marco onlara oturmaları için iki sandalyeyi işaret etti. Sandalyeler tam sahnenin karşısına koyulmuştu. Florence Mavis'i de çekiştirip sandalyelerden birine oturdu. Onlar yerlerine otururken Marco çellosunun başına geçmiş, Cesare ise ortadan kaybolmuştu.
Bütün ekip bir araya toplanırken Cesare elinde bir kemanla görüldü. İlerleyip sahnedeki yerini alırken Mavis'e göz kırptı. Florence bu olayı tabii ki gözünden kaçırmamış ve yanında oturan Mavis'i kıkırdama eşliğinde dürtmüştü. Mavis'in aksine böyle şeylerden hoşlanıyordu Florence. Ne yazık ki Marco Florence'e göz kırpmadan çalmaya başlamıştı çellosunu. Kız buna bozulsa da onu çello çalarken görmek bile yetiyordu.
Ardarda çalınan bir kaç barçadan sonra Mavis'in iyice uykusu gelmişti. Bu tür şarkılar ona hiç eğlenceli gelmiyor, aksine uyuma isteğini arttırıyordu. Sahi insanlar neden böyle konserlere gitmek için o kadar para ödüyorlardı ki? Şu an herhangi bir rock konserinde olmayı dilerdi.
Birden çalınmaya başlayan ezgiyle kafasını kaldırdı. Bunu bir yerlerden hatırlıyordu. Kendi kendine mırıldandığını fark etti sonra. Bu şarkı... Tabii ya rüyasında dinlediğiyle aynı melodiydi bu. Paolo'nun Mirabel için bestelediği müzikti. Bakışları Cesare'nin nota basan parmaklarına oradan da kemanına kaydı. Gövdesindeki işlemeler kemana mistik bir hava katmıştı. Hayli eski bir keman gibi görünüyordu. Bakışları Cesare'yle buluştu sonra. Cesare kıza etkileyici gülümsemelerinden birini gönderdi. Kim olsa bu gülüşe karşı koyamazdı.
Cesare yakışıklı bir genç adamdı. Belki de orkestranın en yakışıklısı. Mavis yine de bu gülümsemeye kayıtsız kalıp gözlerini ellerine indirdi. Bastığı her nota ona Paolo'yu hatırlatıyordu. Bir rüyadan bu kadar etkilenebileceğini düşünmezdi hiçbir zaman. Ama Paolo, o farklıydı.