Açgözlü

28 4 0
                                    

Zamanın henüz belirsiz olduğu zamanlarda, denize kıyısı olan topraklarda bir kadın yaşarmış. Bu kadın, güzelliği yüzünden başı beladan kurtulmayan, peşine düşen krallardan, şövalyelerden kendini kurtarmak için şehir şehir kaçan biriymiş. Upuzun, gür siyah saçları, süt beyaz teni, her ışıkta farklı renk olan gözleri, kıpkırmızı dudakları ve biçimli vücuduyla görenlerin aklını başından alırmış. Karısı ya da metresi olmayı kabul etmediği her kral ya da soylu kişi, o an bulunduğu şehirde cadı olduğuna dair söylentiler çıkarır, kadının başını belaya sokarmış.

Yine böyle olaylardan dolayı başının belaya girdiği bir şehirden kaçarken, girdiği sonsuz görünümlü ormanda bir kuyuya düşmüş. İçi bal dolu kuyu, kadını hayrete düşürmüş. Bir kaç zaman karnını balla doyurduktan sonra artık çıkmak istemiş ancak ne zaman tırmanmaya çalışsa kuyuya geri düşmüş. Böylece, kuyunun duvarlarını yoklamaya ve bir çıkış yolu aramaya başlamış.

Duvarların birinde, oldukça küçük bir delik görmüş ve ardında ne olduğunu anlamak için yaklaşıp deliğin ötesine bakmış. Gördükleri nefesini kesmiş. Çünkü duvarın ardı, cennet bahçesi gibiymiş.

Günlerce uğraşmış ve deliği kendi geçebileceği kadar büyütmüş. Duvarın ötesindeki toprağa adım attığı anda, bahçede yaşayan tüm yılanlar, etrafını sarmışlar. Kadını çembere almışlar ve hepsi, kadının güzelliği karşısında büyülenmiş. Kadına yol göstermişler ve onu, kraliçelerinin yanına götürmüşler.

Kraliçe, kadını incelemiş ve buraya nasıl geldiğini sormuş. Kadın, yıllarca insanoğlundan gördüğü eziyeti, canını ne kadar yaktıklarını anlatmış. Onlardan kaçarken kuyuya düştüğünü, günlerdir çıkmak için çabaladığını söylemiş. Duvarın ötesine nasıl geçtiğini anlatmış. Kraliçe, yılanlarına bakar bakmaz bir grup yılan duvarı onarmak için ayrılmış. Kadın ise, kraliçeyi inceliyormuş.

Simsiyah uzun saçları, her türlü değerli taşlarla rengarenk süslenmiş tacı ve gerdanlığı, hafif çekik masmavi gözleri, şeker renginde dudakları olan harika bir kadınmış. Ancak bir gariplik varmış. Kraliçenin belden aşağısı yılan gövdesi imiş.

Kadın, bu durum karşısında şaşırarak kraliçeye bunun nasıl mümkün olduğunu sormuş ve kraliçe de ona anlatmış. Zamanında insanların, gözleri mavi olan herkesi şeytan olarak görüp öldürmeye çalıştığını, onu sakladığı için annesini öldürdüklerini ve insanlardan kaçarken kendini bu kuyuda bulduğunu söylemiş. Ondan önceki kraliçeden bahsetmiş ve nasıl onun yerine geçtiğini anlatmış.

Kadın günlerce kraliçenin himayesinde yaşamış ve bir yandan da sunduğu teklifi düşünmüş. Çünkü kraliçe, tahtı ona devretmek istiyormuş. 

Tüm yılanlar onu seviyor sayıyor ve koruyormuş. İnsanların ona ne kadar zulmettiğini düşününce kadın, kraliçenin teklifini kabul etmeyi düşünmüş ve gidip kraliçe ile konuşmuş. Kraliçe, bahçenin üzerine yavaş yavaş karanlık çökerken, en zehirli ve yaşlı yılanı bulup, ona yeni kraliçeyi tanıtmış. 

Yaşlı yılan, tüm yılanları toplamış ve hepsinin gözü önünde, kraliçenin tahtını bu kadına devrettiğini açıklayıp, kendi zehrinden yapılma şurubu kraliçeye vermiş.

Kraliçe, şurubu içer içmez yere yığılmış ve yılan gövdesi, küle dönüşüp rüzgarla savrulup gitmiş. Yüzyılların birikimi bir anda ölü bedenini harap etmiş ve kurumuş kemiğe dönüştürmüş.

Yeni kraliçe ise, yepyeni ve parlak bir yılan gövdesi bacaklarından beline doğru vücudunu sararken sakince beklemiş. Rengarenk pullarla kaplı yılan gövdesi, tıpkı bacakları gibi hareket ediyormuş. Yılanlar, ölen kraliçe ile beraber kararan mücevherleri bahçenin diğer ucundaki göle atmışlar ve yeni kraliçe için yeni bir taç ve gerdanlık yapmışlar.

Kadın, tahta otururken en yaşlı ve en zehirli yılana dönüp sormuş. "Peki, benim adım ne olacak?"

"Adınız bundan böyle Şahmeran, kraliçem" demiş yaşlı yılan. "Siz hepimize hükmedeceksiniz."

---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---*---
Tahmasp, yaşadığı diyarın gördüğü en yakışıklı gençti. Hafif esmer teninde, rüzgarı hissetmeyi seven hisli biriydi. Bal rengi gözleri, yüzünü kaplayan sakalı,iri gövdesi ile tüm genç kızların aklını başından alırdı. Tahmasp, iyi huylu ve aklı başında bir genç olmasına rağmen,arkadaşlarına uyduğu zamanlarda ölçüyü kaçırırdı. Arkadaşları, açgözlü ve kibirli insanlardı. Tahmasp'ı sevmez, ancak onun etrafında dolanan kızlardan yararlanırlardı.
Tahmasp, onunla neden arkadaşlık ettiklerini bilir ancak sesini çıkarmazdı çünkü başka arkadaşı yoktu.
Bu çekingen tavırları diğerleri arasında alay konusu olsa da, Tahmasp aldırış etmez,duymazdan gelirdi.
Bir gün,arkadaşları ile toplanıp ormana, avlanmaya gitmeye karar verdiler. Gün doğmadan çıktıkları yolda,birkaç tavşan,birkaç sincap,bir de keklik vurdular. Tahmasp yeterli olduğunu düşünüyordu çünkü neredeyse iki günlük yemek çıkmıştı. Ancak arkadaşları yeterli bulmadı ve açgözlü davranıp avlanmaya devam ettiler. Ay karanlık gökyüzünde yükselirken,dönüş yoluna girmişlerdi.
Karanlık ve kuytu ormanda yürürken,arkadaşları Tahmasp'ın ortadan kaybolduğunu farketmediler. Zaten farketseler bile birşey yapmazlardı zira uzun zamandır ondan kurtulmanın yollarını arıyorlardı.
Tahmasp, içine düştüğü kuyuya adeta yapışmıştı. Bal ile dolu kuyu onu git gide aşağı doğru çekiyordu. Tıpkı bir bataklık gibi.
Tahmasp ne kadar uğraşsa da kuyudan çıkamadı ve duvarları yoklamaya başladı. Bulduğu küçük gedik, bal dolu kuyuda, bala batıp bir boy aşağı inmesini gerektiren bir yerdeydi. Hareket etmenin neredeyse imkansız olduğu kuyunun içinde önce biraz kıpırdadı. Sonra, balı yemeye başladı.
Yarım boy inmesini gerektirecek yere kadar yemesi bir hafta sürmüştü ancak susuzluktan öleceğini düşünüyordu.
Son bir gayretle kendini bala batırıp duvarı eşmeye başladı.
Duvar eşildikçe, Tahmasp'ın takati azalıyordu. Kirpikleri baldan yapışmış,başını yüzeye çıkarsa bile ağzını açıp nefes alamaz hale gelmişti.
Gücünü kaybetmek üzereyken yıkılan duvar, genç Tahmasp'ın kurtuluşu oldu.
Büyük bir bal dalgası ile bahçenin içine yuvarlanan Tahmasp,bahçenin yılanları tarafından bulunup kraliçeye teslim edilmek üzere alındı.
Bundan böyle bu insanoğlu, kraliçenin malıydı.
Şahmeran, baldan temizlenmiş halde önüne bırakılan temiz yüzlü ademe bakarken, içinde birşeyler hissetti. Sevda mı aşk mı bilemedi çünkü daha önce hiç bir insan ayaklarının dibine bırakılmamış,kaderi ellerine teslim edilmemişti. Ne yapacağını bilemedi. Ona zulmeden insanların soyundan olan bu ademi öldürse miydi intikam için? Yoksa yaşamasına izin verip büyüklük bende kalsın mi deseydi? Düşündü. Geceler ve gecelerce düşündü. Sonunda, yaşamasına karar verdi. İntikam almayacaktı. Yapmayacaktı.
Bu ademin ona yapılanlardan haberi bile yoktu. Günahsız bir insanı öldürmek ona uygun değildi. Emir verdi. Uyanınca ademoğlu yıkanıp temizlenecek,yedirilip giydirilecek ve asla zarar verilmeyecekti. Ancak kuyudan da çıkmayacaktı. Şahmeran'ı birilerine anlatıp başını yeniden belaya sokmaması için,bu tedbirin alınması şarttı.
Tahmasp uyandı. Etrafında ona hizmet eden yılanlar,altında hayatı boyunca çalışsa alamayacağı bir minder,önünde ömründe görmediği yemekler vardı. Bunları ona kim gönderiyor bilmiyordu ama yılanlar ona kuyudan çıkamayacağını söylediğinde hiç üzülmedi. Geri dönmek,o aşağılık insanların arasında sefil bir hayat yaşamak istemiyordu.
Bir gün, bahçedeki nehrin karşı tarafında gördü onu. Yılan gövdesi üzerinde dikilen güzel kadın. Tahmasp adeta büyülenmişti. Konuşamıyor sadece bakıyordu. Kadın da ona bakıyordu. Gözleri sanki yangınları çağırıyordu.
Tahmasp nehre girdi,kadında. Nehrin ortasında buluştular ve suya oturup saatlerce sustular. Sonra konuşmaya başladılar. İnsanların onlara yaptıkları zulümden konuştular. Tahmasp aşık olmuştu. Şahmeran ise hissettiği duygunun aşk olduğunu biliyordu.

ŞahmeranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin