Gözlerimi zorlukla araladığımda, nerede olduğumu anlamlandırabilmem fazla zamanımı almamıştı. Bembeyaz bir tavanla bakışıyorsanız ve burnunuza kendine has, aynı zamanda temiz olduğuna ikna eden bir koku geliyorsa anlarsınız; hastanedesinizdir.
Gözlerimi birkaç kez daha kırpıştırıp başımı sağıma çevirdiğimde sağ kolumda bir damar yolu açılmış olduğunu gördüm. Böylece ağzımdaki o metalsi garip tadın sebebini anlamıştım.
Gözlerimi aylarca morgda kalmışçasına soğuk ellerimi ısıtan büyük ellerin sahibine kaydırmıştım. Hazar’ a. Yeşillerim onun kahveleriyle buluştuğunda, düşmüş olduğumu hissettiğim boşluktan çıktığımı hissetmiştim. Kahveleri yeşillerime öylesine yoğun bakıyordu ki, ne kadar çok endişelendiğini kavramama fazlasıyla yetiyordu.
“Hepimizi çok korkuttun.” Dedi. Bunu zaten tahmin ediyordum.
“Özür dilerim,” diye fısıldadım, “sizi korkutmak istemezdim.” Yavaşça eğildi ve onun sıcak elleri arasında olan elimin üzerine yumuşak, sevgi dolu bir öpücük kondurdu. “Sana bir şey oldu sandım. O kafeye nasıl girdiğimi bile bilmiyorum.” Onun telaşlı hali gözümde canlanınca, sertçe yutkunmuştum. Endişelendiğinde yüzünde oluşacak o ifadeyi bile tahmin edebiliyordum. Ben onun tüm mimiklerine âşıktım.
“Ben de ne olduğunu anlamadım. Bir anda oldu.” Kafasını aşağı yukarı salladı. “Tahmin edebiliyorum” kahverengi gözleri dibi görünmeyen bir kuyuyu andırıyordu. Sessiz, soğuk ve ürkütücü. Büyük ihtimalle doktor henüz bilgilendirme yapmadığından sinirlenmişti. Kolay sinirlenen bir yapısı vardı ama bunu benimleyken dizginlemeye çalışırdı.
“Doktor gelmedi sanırım?” dediğimde dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı ve güzel gözleri kısıldı. Kafasını aşağı eğdi. Oysa ben onun o halini sıkılmadan yüzyıllarca izlerdim. “Evet, gelmedi. Birkaç testin çıkması bu kadar zaman alır mı?” sanırım kan testi falan yapmak istemişlerdi. Onu rahatlatmak için başımı aşağı yukarı salladım. Bugün ne kadar çok yalan söylemeye başlamıştım.
“Bazen olabiliyor. Mevsim geçişlerinde hastaneler hep kalabalık olur. Ve tabii laboratuvarlar da.” Dediğimde kafasını onaylar şekilde salladı ve ellerinin arasındaki elime tekrar sıcacık bir öpücük bıraktı.
Kalbimin kanatlandığını hissediyordum. Kalbim kanatlanıyor, esir bir bülbül misali göğüs kafesimin içinde dörtnala uçuyordu. Onu her gördüğümde, kendine has kokusu ciğerlerimi her doldurduğunda, kendine has davudi sesi kulaklarımda yankılandığında… Karnıma yumruk yemişim gibi irkiliyor, her irkildiğimde yine onun uçsuz bucaksız kahvelerinde kayboluyordum. Kim bilir, onun gözlerini almış bir kız çocuğu ne kadar güzel olurdu…
“Kızlar nerede? Onlar da çok endişelenmişlerdir.” Piraye’ nin titreyen sesi zihnimde yankılandığında yüzümü buruşturmuştum. Etrafımdaki herkesi telaşlandırmaktan başka bir işe yaramıyordum.
“Merak etme Aral onların yanındaydı.” Dediğinde kaşlarımı çattım. İyi de, ağabeyim benim bayıldığımı bilse hayatta beni bırakmazdı. Hazar daha sorumu sormadan cevaplamıştı.
“O seni görmedi. Kızlardan da kimseye söylemeyeceklerine dair söz aldım. Merak edecek bir şey yok yani.” Dedi ve bana göz kırparak oturduğu koltukta geriye yaslandı. Bense etrafta benden başka hemcinsim var mı diye bakınmakla meşguldüm. Etrafta kimsenin olmadığını görünce ona tekrar döndüğümde bu halime ufak çaplı bir kahkaha atmış olsa da ona ateş saçan gözlerle baktığımı görünce gülümsemesini öksürerek saklamaya çalıştı. Ben ona hala aynı ifadeyle bakarken kapı birkaç kez tıklandı ve içeriye neredeyse benim yaşlarımda, muhtemelen asistan bir doktor girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAYE
Teen FictionBir kız... Umut dolu yeşil hareleri her bakana yaşam aşılıyordu. İnce parmakları umutlarına ışık tutuyordu. Hayallerini birer gemi yapıp, sevdiğinin toprak rengi gözlerine koydu ve beklemeye başladı. O toprak parçaları, elbet bir gün bir denize çı...