"Bundan emin misin Jimin?" Annesi Jimin'i sorgularken Jungkook oturmuş onları izliyordu. "Bu çok büyük bir karar. Belki de bu kararı verdikten sonra bir daha bizi göremeyeceksin." Jimin annesinin söylediklerini dinlemişti.
"Anne gün gelince kendi yolumu çizmem gerekeceğini kendin söylemiştin." Kollarını kavuşturmuştu.
"Ama daha 18 yaşına bile girmedin, şimdi bana gelmiş bir gruba katılıp şarkı yapacağım diyorsun."
"Anne çok başarılı olabiliriz." Annesinin gözünü sinir bürümüştü, hiç bir şekilde Jimin'i dinlemiyordu.
"Saçma sapan konuşma! SM'e girseydiniz neyse ama tanınmamış bir adamın şirketinde ne yapabilirsiniz ki? Çok tehlikeli bir şey bu, adam böyle saf çocukları kaçırıyor bile olabilir Jimin." Annesi Jimin'in omuzlarını tutmuştu. "Lütfen oğlum, kendine gel. Saçmalama."
Jimin sinirle kollarını kadından kurtarmıştı. "Bang PDnim iyi bir insan, o böyle şeyler yapmaz! Bize güveniyor anne. Hem dans etmeyi ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, neden bana güvenmiyorsun ki?"
"Sana güvenmiyorum değil," diye kestirip atmıştı annesi. "Aralarında en küçük sensin, başına bir şey gelecek oraya gidersen. Annen olarak seni uyarıyorum Jimin. Eğer gidersen bu eve adımını atamazsın."
Annesinin de gözü dönmüştü, Jimin'in de. Jimin normalde asla yapmayacağı bir şeyi yapmış ve kapının önüne gidip ayakkabılarını giymişti. Gidiyordu.
"Başarılı olduğumda," demişti gözleri dolarken. "Başarılı olduğumda buraya geleceğim ve Jungkook'u, senin gibi bizi umursamayan bir annenin elinden alacağım!"
"Yapamazsın," diye mırıldanmıştı annesi. Jimin'in gözlerindeki kararlılık onun kendine olan güvenini sarsmıştı.
"Yapacağım. Bangtan çok ünlü olduğunda ve bütün dünya adımızı öğrendiğinde evin kapılarını sen bana açacaksın!" Gidip Jungkook'a sarılmıştı. "Seni kurtaracağım." Ağlarken veda etmişti evinin duvarlarına.
O gün, Jungkook onu son kez yüz yüze görmüştü.
Her geçen sene BTS ününü arttırıyordu ve Jungkook ne zaman televizyona çıksalar dikkatle onları izliyordu. Abisinin ve grubunun yeteneği genç çocuğun başını döndürüyordu.
Şimdi, abisinin evi terk edip BTS'e kaçmasının üzerinden 5 sene geçmişti. O zamanlar 16 yaşında olan Jungkook şu an 20 yaşındaydı. 18. yaş gününde abisinden ona çok pahalı bir hediye gelmişti. Jungkook hediyeye çok sevinmişti. Abisinin onu unutmadığının bir göstergesiydi bu. Onun yanında olmak isterdi fakat 5 yıldır abisiyle oturup konuştuğu bir an hiç olmamıştı.
Jungkook her gün bunları düşünüyordu. Annesi pek umursuyormuş gibi davranmıyordu fakat Jungkook abisini çok özlemişti. Abisi haklıydı. Bang PDnim onları kaçırmamıştı. Amerika'ya kadar gidip ödül almışlardı, bütün dünya onları tanıyordu artık. Jungkook, abisinin sözünü tutup gelmesini bekliyordu.
---
Ne kadar değişmiş Busan. Neredeyse bulamayacaktı evin yolunu. Kendi kendine kıkırdadı. Grup üyeleri de gelip annesini ve Jungkook'u görmek istemişlerdi ama Jimin onları getirmedi. Annesinin karşısına çıkıp, 'ben başardım anne' diyecekti gururla.
5 sene önceki sinirini unutmuştu çoktan. Jimin kinci biri değildi sonuçta. Üstelik annesinin ateşli bir hastalığa yakalandığını duymuştu. Buraya gelmesinin sebebi zaten buydu. Annesine hâlâ biraz kırgındı fakat onu çok özlemişti. Hem de hasta kadının kalbini kırmak istemiyordu.
Eli kapının ziline giderken titreyiverdi Jimin. 5 sene geçmişti. Jungkook kim bilir ne kadar büyümüştü. İçi gururla doldu birden. Jungook'u da şirkete almayı planlıyordu. Gruba katılamasa da arkaplan dansçısı olabilirdi. Kliplerinde oynayabilirdi. Bu düşünce onu hep mutlu ediyordu.
Sonunda zile basabildi. Onsuz anıların, ışıkların, ateşlerin, hastalıkların, yılların, ödevlerin, maaşların, gülüşlerin ve ağlamaların yükünü sırtlanmış olan zile.
---
Jungkook hayatında belki de yüzlerce kez bu zilin sesini duymuştu. Hatta kaç yüzlerce! Bu zille arkadaştı artık. Kendine has gotik melodisi, insanı korkuyla titreten bir tonu ve her zaman yüz ifadenizi değiştirmeyi başarabilen haberleri vardı bu zilin.
Fakat bu sefer zil bir başka çalmıştı. Heyecanlıydı bu sefer. Çok, çok uzaklardan, Seoul'dan haber getirmişti. Japonya'dan, Amerika'dan haber getirmişti. Büyük bir başarıdan bahsediyordu. Kendisini yıllarca beklemiş olan bir başarıdan.
Kapıya nasıl gitti, anahtara nasıl uzandı, o kilidi nasıl açtı hiç hatırlamıyor. Kendisini Jimin'in kollarında buluvermişti. O an boşaldı göz yaşları.
Jungkook ağlamaz. Jungkook yıllarını çalmış olan o okuldan mezun olurken de ağlamadı. Jungkook kaç kere sevgilisi tarafından terk edildi, ağlamadı.
Jungkook hayatında iki kere ağladı. İlki babası öldüğünde olmuştu. O da babası öldüğü için değil. Jimin'in o gün paylaştığı Vlive'da gözlerinden sicim gibi akan yaşlar acıtmıştı Jungkook'un kalbini. Annesiyle birbirlerine sarılmış, deli gibi ağlamışlardı. Bilgisayarın ekranında dünyaca ünlü abisi, karşısında annesiyle beraber o, hüngür hüngür ağlıyorlardı. O gün Jimin evi aramıştı. Bir de o zaman ağlamıştı işte. Hayatında ilk ve son defa iki kere üst üste ağlıyordu.
"3," diye fısıldadı abisine. "Bu üçüncü ve son ağlayışım." Halbuki karşısına neler çıkaracaktı bu kader, hiç haberi yoktu.
---
Selam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vkook
FanficHayatımda ilk defa bir Instagram hikâyesi yazıyorum... --- isim bulamadım len mq Biz burada homofobikleri sevmiyoruz. Siz de bizi sevmeyin. Şiplemeyen okumasın çok basit. Bütün hakları Yoonmin'in şarap şişelerinin diplerine gizlidir.