titreyen telefonu cebimden çıkardım. küçük bir paniklemeden sonra okuduğum isim ile birlikte vücudumu bir ateş sardı.
açtım."alo?"
"çıktın mı dershaneden? eğer çıkmadıysan ben gelirim o taraflara. sahi, sizin dershane neredeydi?"
"belediye binası'nın civarında. ama gelmene gerek yok. yaklaştım ben."
"tamam, çatı katında, iki gün önce oturduğumuz masada bekliyorum seni."
"tamam, görüşürüz."
"görüşürüz."
telefon kapanınca iki gün öncesi hatrıma süzüldü.
evden ayrılmıştım. rahat değildim. havaya ihtiyacım vardı.
starbucks'ta ders çalışmayı hedefleyerek sahilin diğer ucuna kadar yaklaşık yarım saat yol aldım. yürümek güzel şeydi. sorun yoktu.yaklaşmıştım. fakat huzursuzluk ve korku beni ensemden yakaladı.
dükkanın dışarı kısmının kalabalık olduğunu görünce yutkunmama engel olamadım.
bu kadar insanla tek başımayken başa çıkacak özgüvenim yoktu.
şansıma arkadaşım ile mesajlaşıyordum. araştık.
böylelikle ben konuşurken etrafa odaklanmak zorunda kalmayacaktım ve o iğne atsan düşmeyecek olan kalabalığın içinden hızla geçiverdim.almak istediğimi söyleyip yukarı çıkmaya yeltendim ki, alt kattan görünen üst katın da dışarıdan farkı yoktu. bu kadarı fazlaydı. heyecandan terlemeye başlayınca harekete geçtim.
iyi bir fikir değildi kalabalıkta oturmak. insanların bakışları arasında oturacak yer aramak. hele bir de yer bulamasaydım herkesin ortasında, tıpkı bir aptal gibi, kalakalacaktım.
dışarı çıktım.
tekrar aralarından geçerek çıktım dükkandan.
oturacak bir yer aramam gerekiyordu.
dışarıya da fazla çıkmazdım ben. evkuşu idim.daha sonra avm'ye gidip çatı katına çıktım. katta neredeyse kimsenin olmadığınu görünce ağzım kulaklarıma vardı ve ben en sondaki deniz manzaralı yerimi kaptım.
huzurluydum artık.ders çalışıyordum yaklaşık yarım saattir. yanımdaki birkaç hareketlenme dikkatimi dağıttı.
baktığımda 3 öğrenci gülüşüyordu, şakalaşıyorlardı birbirlerince."çok uzun süre bakmamalıyım." diye kendimi tembihleyip önüme, dersime, döndüm. birkaç dakika sonra gitmişlerdi.
ben de rahat nefes aldım. neden korktuğumu dahi bilmiyordum. insanların varlığı bile beni korkutuyordu işte.
çaylaktım, korkaktım.ve ben şans yüzüme güldü sanarken meğer arkamdan gülüyormuş. o 3 genç, ikisi kız biri erkek, birden masama oturdular.
ben ne olduğunu anlamaz bir şekilde yüzlerine bakıyordum. içlerinden bir kız konuşmaya başladı.
selam, n'aber faslından sonra hobilerden bahsettik ve gitmeleri gerektiğini söylediler. kalktılar. numaramı istediler, verdim.ben de eve gittim onların ardından.
aynı günün akşamında kız mesaj attı. yine konuştuk. ettik. ve konu bambaşkayken alakasızca cinsel yönelimimi soruverdi.
birkaç dakika bekledim. ona eşcinsel olduğumu söylemeli miydim? yanındaki erkek arkadaşı feminendi. evet, buna güvenerek belki söyleyebilirdim ama daha önce kimseye söylememiştim. kendimi tehlikeye de atmak istemiyordum. hem, birinin feminen olması illa eşcinsel olması mı demekti? bu saçma yargıyı terk ettim.
cesaretimi topladım ve gerçeği söyledim. "zaten bu soruyu sorması bile onun homofobik olması ile çelişiyor." gibi kendimi yatıştırıcı sözlerle sakinleştirdim.
ve beklediğim gibi yanıt olumluydu. açılmanın mutluluğu ve rahatlığı da vardı içimde. yanındaki erkek arkadaşı da eşcinselmiş.
ve beni resmen ona sevk etti.
acaba beni ona mı ayarlamaya çalışıyor diye şüpheye düştüm.ardından bahsi geçilen kişiden mesaj geldi. "selam", basit.
konuşma ilerledi ve buluşmak isteyip istemediğimi sordu. reddedemedim.işte iki gün öncesinde olanlar. şimdi de buluşma yerine gidiyorum.
hafızamda iltihaplı bir yara gibi, bir türlü iyileşemeyen ve sürekli varlığını sürdüren bir anının 1. kısmı bu. ayrıca ilk kez bilinçli olarak yaşadığım bir eşcinsel ilişkim ve ilk kez beni beğendiğini söyleyen biriyle alakalı bir hikaye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
içten...
Contoburaya narsisizm ve büyük harfler giremez. // kısa hikâye, durum hikâyesi, dram hikâyesi, aşk hikâyesi... adına ne koyarsan o işte.