Birinci bölüne göre okuma sayısı düşük gibi geldi. Aslında diğer bölümler gelmeye başlayınca okuma sayısı artar. Benim düşüncem. Bölümle başbaşa bırakıyorum artık sizi :) Umarım beğenirsiniz.
〰2. BÖLÜM VARLIK〰
〰〰〰〰〰〰〰〰〰〰〰〰〰〰
Arya SAKLI
Saat 07.40'ta telefonumun zil sesiyle uyandım. Bugünün diğer günlerden farklı olacağı hissi vardı içimde. Sanki bu his beni dinç yapıyor, gülümsememe sebep oluyordu. Annemin aldığı pikenin üstüne beş altı dakika kadar uyanma çabaları ve esneme hareketleri yaptım. Elimi, yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. Bugün her zamankinden farklı olarak saçıma dalga yaptım. Sarı ve uzun saçlarımı açık bırakıp üstlerine iki tel toka taktım. Kaç zamandır makyaj yapmadığımı fark edip makyaj çantamı saklı yerinden çıkardım. Önce pudramı sürdüm, sonra da ağır olmayan siyah tonlarından bir göz makyajı yaptım. Dudaklarımda parlatıcıyı fazla sevmezdim. Ya hiçbir şey sürmem ya da pastel tonlarında bir ruj tercih ederdim. Bugün de açık pembe bir ruj sürdüm.
Anneannem'in seslenişiyle merdivenlerin başına gittim. "Kızım, kahvaltını hazırladım." Beni süzdü ve devam etti. "Bu ne güzellik Maşallah kızıma." Kendine kendine bir şeyler homurdandı. "Kolileriniz geldi kuzum. İçinden kıyafet seçebilirsin."
Kaç aydır kıyafetlerimi bekliyordum. Evde bazı araştırmalar yapıldığı için maalesef gelmesi bu kadar uzun sürmüştü. "Teşekkürler Sultan." dedim ve anneannemin yanağına sulu bir öpücük bırakmak için sekerek merdivenlerden indim.
Kolilerin olduğu yerden ilk gördüğüm adımın yazdığı koliydi.
İçinden su yeşili elbisemi buldum ve üst kaa çıkıp giydim. Neyse ki okulumuz son sınıf olduğumuz ve strese girmememiz için bu sene serbest giyinmemize izin verdi. Yoksa o saçma üniformayı giymek zorunda kalacaktık. Hangi özel okul yeşil etek giydirir ki?
Gözlerimi devirerek aşağı indim. Anneannem masayı hazırlamıştı. Sabahları kahvaltı etmediğimi biliyordu ama her sabah inatla kahvaltı hazırlıyordu. Gerçi artık alışmıştım ama yine de sabahları uykusunu almaması onun için iyi değildi. Ne söylesem fayda etmeyeceğini bildiğim için masaya oturdum.
"Okul nasıldı kuzum?" dedi anneannem meraklı bakışlarını üzerime dikerek.
Hiç, ailemle birlikte ölen kadının çocuğuyla bir bilardo salonunda tanıştık. Ve birlikte bir takım kurduk. Muhtemelen yasal olmayan işler çevireceğiz.
Demedim tabii.
"Normaldi."
Beni okula götürecek olan servis aracının kornasını duyduğumda bahçe kapısını açıyordum.
Serviste onunla karşılaşmayı hiç ama hiç beklemiyordum. Evim okula yakın olduğu için en son beni alıyorlardı. Uras en arka sırada, cam kenarında oturuyordu. Ben de diğer taraftaki cam kenarına geçtim. Çünkü bir tek orası boştu.
Okula varana kadar yüzüme bile bakmadı. ben ise psikopat gibi yüzünün ger hattını ezberlemiştim. Mükemmel kelimesinin beden bulmuş haliydi.
Okulda Akasya'nın sorularının hepsini geçiştirdim. Ne olduğunu sorup durdu. Ne olduğunu ben de bilmiyordum ki.
Çıkışa doğru Akasya'yla yürümeye başladık.
"Neler olduğunu anlatmazsan çatlayacağım."
Oflayarak "Sadece buluştuk." dedim.
"Şimdi nereye?" dedi imalı bir şekilde. Ona sadece bir bilardo salonunda buluştuğumuzu söylemiştim. O da bir daha öyle yerlere gidersem kafamı kesmekle tehdit etti. Tamam, bu biraz sadistçe. "Neden seninle tekrar buluşmak istedi?" diye devam etti.
"Bilmiyorum." dedim. Yalan söylemiyordum. Muhtemelen ailemle ilgiliydi ama bana tam olarak neden olduğunu söylememişti.
"Peki. Kendine dikkat et." derken sesindeki endişeyi hissettim. Ailemden sonra ilk defa biri benim için endişeleniyordu. Sevinmeli miydim?
Akasya'nın arkasından bakıp, gidişini izlerken belimi biri kavradı. Bana dokunduğunda bile vücudumun işleyişini bozuyordu. onun geldiğini kokusundan anladığım için ses çıkarmıyordum. Beni kendine çevirdi.
Bir süre sadece yürüdük ve hiç konuşmadık. En sonunda dayanamayıp "Nereye gidiyoruz?" dedim.
"Arabaya." deyip net bir cevap verirken onu sormadığımı belirterek gözlerimi devirdim.
"Onu sormadım. Arabayla nereye gideceğiz." dedim durarak.
Bana doğru döndü. Ankayamadığım, garip bir tonda sordu. "Bana güvenmiyor musun?" dedi.
Bir an kendime sordum. Dün tanıdığım bu adama güveniyor muydum? Nedense bu çok saçmaydı ona güvenmemem gereken yerde, her zerrem onun yanında kendini dünyanın en güvenli yerinde gibi hissediyordu. Ama bunu ona söyleyemezdim.
"Evet. Sana güvenmiyorum." dedim otoriter sesimi kullanarak.
"Kısa zaman içinde güvensen iyi edersin o zaman." dedi son derece soğuk sesini kullanarak.
Kaşlarımı çattım. "Senden emir alacak değilim." derken bile sesimin içinde bunun doğru olmadığını bilen bir ton vardı.
Kafasını geriye yatırdı, alaycı bir şekilde güldü. "Göreceğiz ufaklık." dedi. Tehditkar bakışlarını altında beni ezerken sesin korkunç çıkmıştı.
On beş dakika içerisinde küçük bir kafeye gelmiştik. Beni daha çok bara falan götürür diye düşünüyordum. Hey, kitaplarda öyle olmuyor mu?
Küçük, sakin bir kafeydi. Tamamen açık kahve rengine boyanmıştı. İnsanı rahatlatan bir havası vardı. Önünden geçseniz kesinlikle uğramak isterdiniz. Kafeye bakarken gülümsedim. Nedense bu kafe beni mutlu etmişti. Aslında küçük şeylerden mutlu olan bir yapım vardı. Ama sanki ailem öldükten sonra mutlu olmak onlara bir hakaret gibi gelir diye korkmuştum ve zamanla da mutlu olmayı unutmuştum.
"İlerlemeyi düşünmüyor musun?" Sıkıldığını belli eden sesi daha fazla huysuzlandırmadan kafeye doğru yürüdüm.
İçeride cam kenarına oturduk. Benim yerime de sipariş verip iki milkshake söyledi. Milkshakelerimiz gelmeden konuya girdi.
Masaya bir dosya koydu. "Babanın bu kazayı yaparken Kanlı Holding'in mallarını taşıdığından haberin yoktur muhtemelen. Çok önemli mallar taşıyordu. Bu malların yapımında annen de rol oynuyordu. Bu yüzden annen, babanın gemisindeydi, malların durumunu kontrol etmek için. Şu ana kadar yaptığım araştırmalara bakılırsa babanın gemici bir arkadaşı mallar talınmadan önce onunla konuşmuş. Mürettabattan biri onları görmüş ama adamın arkası dönük olduğu için tanıyamamış. Adamın gemici olduğunu da kıyafetinden anlamış." konuşmasına devam ederken yaka kartından adının Selviolduğunu anladığım garson kız, içeceklerimizi getirdi.
Gülümseyip, "Teşekkürler." dedim.
Bir yudum alıp Uras'a döndüm. Kıza hiçbir şey demedi ve o da içkisinden bir yudum aldı. Ve sonra devam etti.
"Adam babana bir şeyler anlatmış. Mürettabattan olan çocuk babnın o şeyleri duyduktan sonra yüzünün bembeyaz olduğunu ve adama bağırdığını söylemiş. Sanırım 'Böyle bir şey mümkün değil.' diye bağırmış. Aynı zamanda adam bir seksen bel boylarında ve kır saçlıymış. " derin bir nefes aldıktan sonra devam etti.Gözlerimin içine baktı ve "Bu adamı tanıyor musun Arya. Bununla ilgili bir şeyler olabilir." dedi.
Ben hala olayın şokundaydım. Bunları nasıl bilebilirdi? Hayır, doğru soru o adam kim? Evet buna odaklanmalıyım. Babamın çok atkadaşını olmaması da bunu kolaylaştırıyor tabii.
"Kamer amca!" dedim bağırarak. "Evet, şimdi hatırladım o adam cenazeye bile gelmemişti. Neden olduğunu çok merak etmiştim. Her zaman bize uğrardı. Babamla çok iyi dostlardı." dedim bir nefeste.
"Peki, demek ki şimdiki durağımız Kamer amcanın yanı o zaman." dedi ayağa kalkarak.
Daha milkshakein yarısına bile gelmemiştim, o ise içtiği bir yudumlaydı. "Tamam." deyip ben de ayağa kalktım.
Babamın çalıştığı iskele çok uzak değildi. Bu yüzden hemen varmıştık bile. Buraya önceden geldiğimden beni tanıyan bir çok insandan taziye mesajları alıyordum. Sanırım bu acıyı bana tekrardan yaşatmaktan sadistçe bir zevk alıyorlar.
"Burası mı?" diye sıkıntılı bir ses duyduğumda sıkıntılı bir ses de benden geldi.
"Tam olarak Kamer amcanın nerede olduğunu bilmiyorum."
"Şuradaki adama bak." dedi parmağıyla ileriyi göstererek. "Tarife uyuyor ve sana doğru geliyor."
Gözlerim irileşirken gelen adama baktım. Bu nasıl olurdu. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Başımın döndüğünü hissediyordum. Başım daha fazla dönerken, istemsiz olarak Uras'ın koluna tutundum. Vücudum hissizleşirken, görüntümğn de bulanıklaştığını hissettim. İmkansızı yaşıyordum. Sevinmeli miydim? Emin değilim. Görüntümün karardığını hissettim. Etrafımdaki sesleri duyabiliyordum ama cevap veremiyordum. Seçebildiğim tek ses Uras'ınkiydi. "Arya!" diye bağırıyordu. Ona cevap vermek istiyordum. Buradayım demek istiyordum. Ağzımdan çıkan tek şeyse boğuk bir inlemeydi. Bayıldığını hissetmek çok zordu. Etrafındaki her şey hareket ediyor ama senin odaklandığın tek şey hissizlik ve boşluk. Bir anda havalandım. Tanıdok kokuyu aldığımda kendimi boşluğun beni ele geçirmesine izin verirken buldum. Sesimi zar zor bulup fısıldadım.
"İmkansız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Parıldayan Karanlık
Teen Fiction"Beni ona en çok çeken şey ise parıldayan karanlığı."