İnsanın hayatında bir dönüm noktası vardır. Yaşamımızda ve ruhumuzda büyük etkiler bıraktığı için asla unutamadığımız.
Bazen iyi, bazen kötü.Hiç ummadığın bir anda gerçekleşen.Gözler dünyaya kapalı, yaklaşan felaketi göremezken.Şanslıysan felaket yerini mucizeyi bırakırfakat neticede sonucu hep aynıdır.Nasıl olduğunu anlamadan, aniden hayatın değişir ve buna alışmak zorunda kalırsın. Ne kadar istemesen de hayat seni buna zorlar. İçindeki çığlığı görmezden gelerek alışmak için yırtınırsın.Çünkü bazen hayatımıza yön vermek sadece kaderin işidir .Kurduğun planlar ise belli olan yönün bir parçası haline gelir.Bu bir silsile, ucu bucağı olmayan bir okyanus gibi.
Öyle çizgiler vardır ki bu çizginin bir adım ilerisi mucize, bir adım gerisi felakettir. Durduğun yer ise araf. Eğer adımların geçmişin izini takip ediyorsa felaketi yaşaman kaçınılmazdır.
Benim felaketim ise babamın beklenmedik ölümü oldu. Hayatımın bir gecede bir anda bu kadar değişeceğini asla tahmin edemezdim. Ama insan neden cehennemi tahmin etmek istesin ki?Kulağıma çok dünyevi bir kelime olarak gelirdi; Ölüm.
Halbuki anlamı damarlarındaki tüm kanı donduracak kadar kuvvetli ve acı verici. Tarifi olmayan bir dehşet.
Haberi aldığımda beynim bunu reddetti. Sanki korkunç bir karanlık ruhumu ele geçirmişti. Artık mutluluk, çığlıklarımın gölgesinde kalan hazin bir kelimeydi. Yaratılışın en büyük hazinesini kaybetmiştim, hayal kuramazdım.Ardından ölüm kadar kasvetli bir kelime geldi; Cenaze.
Tabut, beyaz çarşafa sarılan beden, toprak.. Bu görüntülerin zihnimden silinmeyeceğini o zaman anlamıştım. Tabutun üzerine atılan her toprak ruhumun parçalarını temsil ediyordu. Yeri doldurulamayacak parçaları. Dağılmış bir yapbozdan ibarettim artık. Zaman hem bir ışık kadar hızlı, hem de bir kaplumbağa kadar yavaştı. Zihnim hem etrafım kadar kalabalık, hem de hepsi kadar sessiz.
Kahveden kumrala çalan uzun saçlarım birbirine girmiş, üstüm başım darmadağın, belki de göz altlarım mor... Acıyan bakışlara aldırmadan sadece önüme odaklanmış acınası bir görüntü sunuyordum. Anneme veya abime bakamıyordum. Bakmak istemiyordum. Yatağıma gidip gözlerimi tüm gerçekliğe yumduğumda sanki teslim olmuştum. Düşüncelerim çarkından çıkmıştı. Bu acıyı bedenim kaldırabilse bile kalbim kaldırabilecek miydi?Yaşarken cehennemi tattığım o gece öyle bir şey oldu ki bir rüzgar eserek hazinemi geri getirdi. Yanımda daha önce görmediğim biri vardı ve "Ben yanındayım." dedi, "Beni bekle."
O kadar kapılmıştım ki sanki gerçekten yanımdaydı. Fakat gözümü açtığımda kulağıma gelen hıçkırık sesleri gerçekleri yüzüme buz gibi çarptı. Rüyaydı ve babam gitmişti.İlk ay inkar süreci beni uzun bir ağlama seansının içine aldı. Onun öldüğünü kabullenmiştim ancak yokluğu sanki geçiciydi. Her an kapıdan içeri girmesini beklemek, sesini duymayı ummak süreci oldukça uzatmıştı. Kalabalık azaldığında ise yokluğu içimdeki kuyuyu daha da derinleştirdi. Biraz zaman geçtiğinde geride sadece çekirdek kalmıştık. Sahte göz yaşları aramızdan ayrılmıştı. Ancak oluşturduğu acı bizi gün geçtikçe boğmaya çalışıyordu.
Haftalar birbirini akrep ve yelkovan gibi kovalarken her şeyden vazgeçmek istedim. Hayat o kadar saçma ve acımasız geldi ki düşüncelerimden korkar raddeye gelmiştim. Herkesten ve her şeyden kaçıp gitmek istedim. Kimseyle konuşmak, kimseyi görmek istemedim. O kadar tükenmiştim ki çaba beni terk etmişti. Kurduğum bütün hayaller de babamla beraber toprağın altına girmişti. Hıçkırıkların yerini sessizlik almıştı ama gözyaşlarım istemsizce akıyordu. Ardından depresyon süreci başladı. Kalbimde o kadar büyük, o kadar karanlık bir boşluk oluşmuştu ki bu boşluğu doldurmak istedikçe annemi gördüm. Onun dertli, hayattan yorulmuş yüzünü. Onun yerine kızdım, onun yerine isyan ettim. Dünyaya diz çökmüş halini gördükçe henüz ayaklanamadan yıkıldım. Babam yoktu ve annem tükenmişti. Ayağa kaldıracak kimse yoktu.