Teşekkürler

51 6 0
                                    

Sakinliğin arasında,içimde fırtınalar kopuyordu. Durgun,kurak bir tarla gibiydim. Çirkin,içinde zehirli bitkiler yetişen,dikenli bir tarlaydım ben. Yağmur yağmazdı,bereket değmezdi ellerime. Esmer tenimle öylece uzanırdım bomboş bir şekilde.

Ama bir gün biri geldi. Öyle bir geldi ki,engel olamadım. Temkinliydi,yavaş yavaş ilerliyordu derinlerime. Sonunda tarlanın orta yerine bir fidan dikti. Dikenli otları yoldu. Temizledi her yeri. Yeşertti,bir ormana çevirdi. Yemyeşil bir ormana... Bahçivanım olan esmer çocuk elinde kitaplarla sırtımı dayadığım ağaca doğru koşuyordu. Dostum geliyordu.

"Naber?" Kim Namjoon kendini yorgunca yanıma bıraktığında gülümsedim ve cebinden düşen sigarayı elime alıp yüzümü buruşturdum.

"İyidir de,bıraksana şunu be artık abi." Gözleri kapalı omuz silktiğinde çimenlere fırlattım zehri.

"Fotosentezimi bununla mahvettiğine inanamıyorum." Sözlerim ona çok komik gelmiş olmalı ki omuzları gülerken sarsılmıştı. Komik olan bir şey yoktu halbuki.

"Bir gelişme var mı Seokjin'de?" Seokjin ismi geçtiğinde dikleşen sırtı ağaç gövdesine yaslanmıştı.

"Henüz yok ama yakında olacağından eminim. O bekletmeyi sever. Ben de bekleyeceğim."

Kafa salladığımda,eliyle kolumu dürttü. İşaret parmağıyla dallardan birindeki elmayı gösterirken dudaklarını büzüyordu. "Bu seksi beyim için vitamin lazım güzelim. Hadi abine bir kıyak yap."

Derin bir nefes verip etrafa bakındım. Kimsenin geçmediği bir anda elimi dala doğru kaldırıp elmanın avucumun içine düşüşünü izledim. Elime düşen elmayı Namjoon'a atarken bir yandan söyleniyordum.

"Güçlerimi kendi çıkarların için kullanıyorsun. Elimden gelse de seni dolandırıcılıktan ihbar etsem."

"Ne alaka şimdi ya." Elmasını ağzını şapırdatarak yerken konuşması, yüzümü şekilden şekle sokuyordu bu yüzden ayaklandım ve Namjoon'u arkamda bırakıp kampüsün çıkış kapısına yöneldim. "Akşam sekizde! Aynı yerde!" Arkamdan davar gibi bağıruyordu ve ben sırt çantamın askılarıyla cebelleşiyordum.

"Tamam!" sinirle bağırdım çünkü çantam uslanmıyordu ve Namjoon sesimi duymayacak kadar uzağımdaydı.

🌾

Yelkovan,akrebi kovalıyor ve saat sekize yaklaşıyorken büyük hangara doğru yürüyordum. Aklım şu anlık,bir çok soru eşliğinde,Seokjin hyungun getireceği haberi düşünüyordu.

O ve Namjoon ile tanıştığımda üniversitenin ilk günüydü. Tahmin edebileceğiniz üzere aval aval etrafa bakarak dolanıyordum ve birileriyle çarpışmam kaçınılmaz olmuştu. Bana çarpan kişi,sert bir kayaya toslamış gibi,düştüğünde şaşkınlıktan ne yapacağımı şaşırmıştım. Elim ayağım birbirine dolanmıştı tam manasıyla.

Sonra bir şekilde hep yollarımız kesişmişti Namjoon hyungla.

Ya da onlar öyle istediği içindi tüm olanlar...

Aptal sırt çantamı omzuma atıp hangarın kapısını çalmadan açtım.

"Basıldınız!" Seokjin ve Namjoon beklediğimin aksine birbirlerinden uzakta çalışıyorlardı. Birkaç saniye bana baktıktan sonra kafalarını çevirdiler. Ve bir de,tanıştığımdan beri asla birbirlerine yamuk baktıklarını görmediğim bu ikiliyi birbirlerine deli gibi yakıştırıyordum. Namjoon 'Gerizekalı' diye mırıldanırken surat asıp içeri girdim ve kapıyı kapadım.

Üzülüyordum doğrusu. Bu çiftin kudretinden ve şıklığından geçilmiyordu lakin onlar asla bana pas vermiyorlardı... Büyük alanda iki kanepenin olduğu yere ilerlerken karşıma çıkan yabancı çocukla olduğum yerde durdum. Göz göze gelmiştik ve geriliyordum. Yabancı biri vardı. Hangarda...

Rise [bts.(vk.ym + j.n.h)]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin