Uçaktan inip bavulumu almaya yürüdüm. Dudaklarımı endişeyle birbirine bastırıp kulaklığımdan yükselen Sleeping With Sirens'ın Congratulations şarkısını durdurdum. Kulaklıkların tekini kulağımdan indirip bana doğru gelen bavuluma yaklaştım. Uçaklardan korkmazdım. Ama halamdan kesinlikle ölümüne korkuyordum.
Bavulumu alıp dışarı çıktığımda etrafa bakındım. Audi Rs6 olduğuna emin olduğum arabanın başında somurtarak bana bakan kadının halam olduğunu farkettiğimde bavulumu o yöne sürüklemeye başladım. Royce halamın yanında dikilen koruma giyinimli adam elimden bavulumu almaya çalışınca ona ölümcül bakışlarımı yolladım. ''Halanız böyle emretti, efendim.'' dediğinde bavulu almasına izin verdim. Omuz silkerek halamın yanına yürüdüm. ''Ne kadar büyümüşsün Madison.'' dedi dudakları hafif bir şekilde yukarı kıvırarak. Başımı sallayarak güldüm. ''Biraz öyle oldu.'' dedim ve sağ elimle saçımı kaşıdım.
''O cadıya daha fazla dayanmanı beklemiyordum zaten. Saçlarında beyazlar var.'' dediği anda gülümsememin solması bir olmuştu. Başımı yere eğdim. Arabaya bindi. Yanına oturmamı işaret ettiğinde konforlu arabanın koltuğuna popomu koydum.
''Yaklaşık iki ay burada benimle kalacaksın, Madison.'' dediğimde başımla onu onayladım. ''Küçükken konuşurdun, Maddy?'' dediğinde bu kadar samimi davranması saçma gelmişti. ''Küçükken bir salak olduğumu düşünürdün.'' dedim yüzümü buruşturup saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken.
''Her çocuk salaktır.'' dedi ardından can sıkıcı bir şekilde kahkaha attı. Burnumdan soluyup önüme döndüm. Şoför bavulumu bagaja koyup direksiyonun başına geçti. Camdan dışarıyı izlemeye başladım. ''Mullingar güzel yerdir. Ama dedikodular çabuk duyulur. Erkek-kız ilişkileri buradaki beyinsiz kadınların konuştukları top 5 listesinde birinci sırasındadır.'' dedi tıslarcasına. Kaşlarımı çattım, ''Neden böyle dedin şimdi?'' diye mırıldandım.
''Bir erkek vardır eminim.'' dediğinde gözlerim büyüdü. Başımı iki yöne sallayarak hızla onu reddettim. Niall var yok arasıydı değil mi? Yani onu var olarak göremezdim. O sadece hayaliydi, sanaldı. Onu gerçekten görmem imkansızdı. Hem o İrlanda'daydı. Ben ise Amerika'da.
Bu düşünce iç çekerek başımı yeniden cama dayamama sebep olmuştu. Burnumu çekip elimi cama koyarak buğulara bir ev çizdim. Ardından kıkırdayarak çizdiğim şeyi elimle yok ettim.
Heybetli bir evin önünde durduğumuzda sarmaşıklarla çevrili demir kapıdan geçtik. Görevli arkamdan bavulumu taşıdığı için rahattım. Royce halamın hiç böylesine zengin olduğunu düşünmemiştim. Eve büyülenmişçesine bakmayı kesip halamın peşinden içeriye girdim. Genellikle bej ve yeşil renklerinden oluşuyordu. Halamın üzerindeki bej tunik de evle uyumlu görünüyordu. Zümrüt kolyesi ise onu tamamen evcimen gösteriyordu.
Bej klasik koltuğa oturdu. Ben hala salak gibi ayakta dikilip ellerimi ovuşturuyordum. Dudaklarımı dişleyerek oturduğu koltuğun yanındaki tekli koltuğa kuruldum. Ellerimi buluşturup bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Gözlerim evi turlarken halam birden söze girdi, ''Odanı Matthew sana gösterir. Matthew ona odasını göster.'' Başımla onu onayladım. Matthew denen adam önde ben arkada yukarı kata çıktık. Soldan ikinci kapıyı açtığında içeri ürkek bir bakış attım. Bir bilgisayar vardı ve bu Niall'a yazabileceğim anlamına geliyordu. Yerimde sevinçle zıpladığımda Matthew bana şaşkınlıkla baktı. Utanıp başımı öne eğdim.
Oda turuncu ve yeşille kaplıydı. Yatağın başlığı yeşildi, örtüleri ise turuncu. Yatağın yanında dikilen turuncu ışık saçan yeşil bir gece lambası vardı. Halamın yeşile bir takıntısı olmalıydı, ya da uyuma.
Matthew odamda beni yalnız bırakınca yeşil üç bölümlü dolaba kıyafetlerimi dağınık olmasına aldırmadan yerleştirdim. Üzerime beyaz üzerinde ''Don't Cry'' yazan bir tişört giydim. Altıma da siyah bir tayt geçirip aşağıya inmek için getirdiğim siyah peluş terlikleri ayağıma geçirdim. Gözlerimi ovuşturarak merdivenleri indim. Mutfaktan bazı kokular geldiğini farkedince dudaklarım yukar kıvrılmıştı. Burnuma dolan kokuya daha fazla dayanamayıp mutfağa yürüdüm. ''Royce hala?'' dedim mutfağa başımı eğerek baktığımda. Halam ocağa koyduğu üç yemeğe rağmen bir şeyler yapmakla meşguldü. ''Royce diyebilirsin, Maddison.'' bana bakmadan konuştu. ''Pekala.'' dedim şüpheli bir şekilde gözlerimi kısıp. Halama neler olmuştu? Küçüğüm diye bana öyle davranıyor olduğuna nedense inanmak istemiyordum. Bunu çok fazla düşünmemeye karar verdim. Yaklaşık on saattir uçaktaydım. Kulaklarımın tıkanıklığı hala geçmemişti.
''Yemeğe kadar boş vaktin var. Ama yemeğe seni çağırmam bunu daima kendin takip etmelisin. Yemek dışında ve uyuma saatleri dışında -ev içinde- özgürsün. En geç on birde lambaları kapatacağız. Tamam mı?'' dediğinde başımla onu onayladım. Katı kurallar nerede diyordum ben de. Kaşınırsam olacağı buydu. Omuz silkip odama geri çıktım. Yaklaşık yarım saat verdim kendime. Niall'a yazmam gerekiyordu. Bilgisayarın başına oturdum ve maili açtım. Hemen bir mail yazmaya koyuldum.
Buna ben de inanamıyorum ama sanırım konuşabileceğiz. Royce halam düşündüğümden iyi çıktı! Yani kıvırcık kestane rengi saçların altında yatan uysal kediciği gördüm. Bu oldukça komik :D Her neyse, İrlanda'nın neresinde olduğunu bilmiyorum ama gerçek anlamda bizimkisinin sadece maillerle sınırlı kalmasını istemiyorum. Sesini duymak istiyorum, belki bu saçma. Belki seni gördüğümde ya da telefonda konuştuğumuzda büyünün bozulacağını düşünüyorsun ama artık bu büyünün bozulma vakti gelmedi mi sence de? Ben bu şekilde devam etmeye karşıyım. Yakışıklı olmaman umrumda değil. Sen benim tek arkadaşımsın. Bu önemli . Seni gerçekten anlamda merak ediyorum. Lütfen bana bir şans ver?
-JerseysLollipop
Bilgisayardan geçmişi temizleyip aşağıya indim. ''Yemeğe komşum da gelecek. Onlara senin çok güzel ve saygılı bir genç kız olduğundan bahsettim. Lütfen iyi davran.'' dedi gözlerini benden ayırmayarak. ''Yüzünü kara çıkarmayacağım.'' dedim ve sırıttım.
Koltuğa oturduğum anda kapının çalmasıyla kapıya yürüdüm. Komşusu gelmiş olmalıydı. Kapıyı açtığımda gülümseyen tatlı bir kadınla karşılaştım. Beni görünce bir adım gerileyip beni iyice süzdü. ''Dediğin kadar varmış, Royce!'' dedi kadın içerdeki halama bağırarak. Halam, ''Demiştim!'' dedi mutfaktan. ''James, hadi gel oğlum!'' dediği yanına doğru bakarken. Kadın içeri girerken kapıdan çekildim. James dediği sarı-kahverengi saçlı çocuk gülerek buraya doğru geldi. Göz göze geldiğimizde mavi gözlerini farkettim. Gülümsemesi solarken ben hala yüzüme yayılan gülümsememi sonlandırmamıştım. James gerçekten yakışıklıydı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Our Song || n.h
Randomjerseyslollipop ve irelandboy07 yalnızca basit birer e-posta arkadaşıydılar. fakat kader ağlarını örüyordu. çakma sindirella madison autumn ve sahici prens niall'ın hikayesi.