Son zamanlarda sık sık yaptığım gibi,dalgın gözlerle pencereden sokağı seyrediyorum.Üzerinden iki hafta geçmesine rağmen hala aklımdan çıkaramadığım o yağmurlu akşamı düşünürken...
Masalın değiştiği o akşam...
Saat on ikiyi geçerken değil,on iki yıl geçmişken bizden...
Yüzüme aptal bir gülümseme yerleştirdim.Ellerim,boynumdaki kolyeye kaydı. Gözlerini usulca kapatıp kafamın içinden geçen kareleri daha net görmeye çalıştım. Kadroya,dudaklarımızın buluştuğu o an gelince gözlerimi hızla açıp yutkundum.Yüz bin baloncuk yutmuşum da her biri yanaklarımı kırmızıya boyamaya yemin etmiş gibi yanaklarım ısındı aniden.Kafamı usulca sallayıp hafifçe yukarı kaldırdım içimden,"Allahım,ya zihnimden o sahneyi dil ya da yanaklarimdaki yerden ısıtmalı sistemi kapayalım lütfen ya..."diye geçirdim.Tam o an,eksende bir sızı hissettim.Allahım, duam bu kadar çabuk mi gerçek oluyor?Gerçekten Eternal Sunshine of the Spotless Mind mı yani?
Birkaç saniye sonra ensemdeki acının ruhani bir sey olmadığını anladım.Ensemdeki acı,benim dengesiz arkadaşlarımdan birinin kafama fırlattığı top yüzündendi.En sınırlı ifademi takındım ve ensemi tutarak arkamı döndüm. "Hangi psikozlu su samuru deyyus o topu benim en sevdiğim organım olan soğancığıma atma gafletinde bulundu?"Bana gözlerimi kocaman açmış,sık içinde bakan Oğuz ve Sinan'a doğru bir adım attım.Ellerimle hızlıca ikisini de işaret edip yüzümdeki ifadeyi bozmadan,"Hakkımızdı?"diye bağırdım. IKISI de korkarak usulca birbirlerini işaret ettiler.Iki adım daha atarak aramızdaki mesafeyi kapattım.Bir ayağımı Oğuz 'un diğerini Sinan'ın ayağının üzerine bastırdım.Ikisinin de göğsüne hafifçe vurup dişlerimi sıktım.