Jennie etrafına bakındı. Burada bu kadar kalabalığı ilk ve belki de son kez görüyordu. Geçen her saniye beraberinde korkuyu ve heyecanı getirirken Taeyong ile Batı Kapısı'na doğru yürüdüler. Düğün için hediye getirmiş olanların arasına karışıp kapının sağındaki hediye yığınına ilerlediler.
Yığının iki tarafında askerler vardı ve insanlara bağırmakla meşguldüler. Ellerindeki mızrakları bir o tarafa bir bu tarafa sallıyorlardı. Taeyong hediyelerin arkasından dolanıp tavlaya doğru yürürken Jennie de onu takip etti. İnsanların neşeli ve meraklı sesi, çanların sesi, atların coşkulu kişnemesi kulaklarını tırmalıyordu. Yüzünü gizlemek için kafasına taktığı tülden şapkayı aşağıya çekti. Etraf telaşlı ve meraklı gözlerle doluydu.
Bir yerlerden tatlı kokular geliyordu. Jennie etrafı taradı. Kocaman düğün pastası düğün alanına götürülüyordu. Pasta baştan ayağa kirazla kaplanmıştı. Soğuk kirazlar, diye geçirdi Jennie içinden. Halbu ki dallarında ne kadar da sıcaktılar.
Ona çarparak geçen yaşlı bir kadının arkasından baktı. Bir süre sonra Taeyong'un tavladan çıkardığı iki beyaz atı gördüğünde ona yardım etmek için koştu. Taeyong zırhını saklamak için üzerine eski bir seyis kıyafeti geçirmişti ve bu haliyle biraz garip görünüyordu ama yine de zırhı ile dışarıya çıkamayacağı için bu gerekliydi. Kendisine uzatılan hizmetçi kıyafetine bir kaç saniye garipseyerek baktıktan sonra alıp hızla üzerine geçirdi. Atları kapıya kadar yürüttükten sonra üzerine binip şatodan ayrıldılar.
Jennie dışarıya çıkmanın bu kadar kolay olacağını düşünmemişti. Kendi başarısız denemelerinin ardından bu, ona hayatın kendisine ne kadar beceriksiz olduğunu söyleme şekliydi. Yolun sağ tarafından yavaşça ve yan yana at sürdüler. İnsanlar akın akın şatoya gelmeye devam ediyorlardı. Bir süre düğüne giden insanları inceledi. Kimisi meraklı, kimisi mutlu, kimisi umursamazdı. Her zaman olduğu gibi dünya tüm duyguları bir arada yaşıyordu. Jennie de bir duyguya sahip olmak istedi ama bunun yerinde içinde büyüyen tuhaf bir boşluk vardı. Korkması gerekiyordu, diken üstünde hissetmesi ama Jennie bir şey hissedemeyecek kadar yorgundu. Bu yüzden boşluğu olabildiğince derine ittirdi.
Başını çevirip sol tarafında at süren Taeyong'a baktı. Güneşe karşı kıstığı gözleriyle o da insanları izliyordu. Neden bana yardım ediyor? Jennie içindeki boşluğu bu soru ile oyalamaya çalıştı. Vicdan mı yapmıştı? Jennie böyle olduğunu düşünmüyordu. Peki sebebi neydi? Çok fazla soru vardı. Öyle fazlaydılar ki Jennie'nin aklında birbirlerini kemirmeye çalışıyorlardı. İnsanlar azalıp ağaçlar sıklaştığında Selemne'nin sınırları dışına çıktıklarını fark etti Jennie. Taeyong atını ormana doğru sürünce onu takip etti. Şu an için kendini pencereden aşağı atmadığı için mutluydu.
"Burada biraz dinlenelim."
Taeyong açıklık alanı işaret etti. Hava kararmış ve soğumaya başlamıştı. Atlarından indiler. Taeyong yere oturup sırtını bir ağacın gövdesine yaslayınca Jennie de aynısınıyaptı. Ellerini guruldayan karnının üzerine bastırdı. Kaç saattir at üzerindeydiler? Fazlasıyla acıkmıştı. Aklına gelen şey ile kenara bıraktığı çantasını eline aldı. Odasından çıkmadan hemen önce şöminenin geniş taşı üzerinde duran tabaktan birkaç kurabiye alıp çantasına atmıştı. Elini çantadan çıkardığında parçalanmış kurabiyeleri gördü. Bir kalp şeklinde yapılmış kurabiyeler ikiye ayrılmıştı.
Elini Taeyong'a uzattı. Taeyong ona donuk bakışları ile bakınca "Al işte." dedi. Taeyong parçalanmış kurabiyelerden birini alıp küçük bir parça ısırdı. Tatlı şeyleri sevmezdi. Parçayı ağzının içinde çevirirken Prenses'in kendisine baktığını fark etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cold Cherry | Jenyong
Short Story"Sen şatosunda yaşayan bir prenses olabilirsin ama ben seni kurtaracak prens değilim. Aksine, seni oraya hapsedecek askerlerden biriyim." Taeyong keskin bakışları ile Jennie'ye baktı. Sesinde öfkeyle çileden çıkmışlık arasında bir tını vardı. Taeyo...