Onu gördüm. Kendimi, yaklaşık yirmi beş adım ötemde, yumruk yiyen ekip arkadaşının gözüne bakarken, dalga geçer gibi gülümsemesini seyrederken buldum. Üstelik yapmam gereken şeyi yapamadım çünkü donup kalmıştım. Bunun sebebi olayların boktan bir durum içerisine girmiş olması değildi. Bunun sebebi kalbime saplandığını hissettiğim saçma sapan bir histi. Ona bakarken göreceğim şeyin kaybolan gençliğim olacağını sanmıştım. İçeride geçirdiğim her günü onun gözlerinde görecektim. İçimdeki nefretim, hırsım her şeyim körüklenecek ve daha güçlü, kendimden daha emin bir şekilde devam edecektim bu olaya.
Ama öyle olmadı. Öyle hissetmedim. İçimde öfke yoktu, kin yoktu. Bomboşluk hissi bir anda tüm bedenimi kuşatmış ve beni yüksek bir uçurumdan, denizin en dibine atmıştı. Suya çarptığım anda nefesim kesilmiş, öleceğimi sanmış fakat bunun bir hayal ürünü olduğunu anlayarak gözlerimi kırpmıştım.
Gerçekliğe tam o anda döndüm. Gerçeklik beni kollarında istemedi ama umursamadım. Öğrenmiştim ki, yalanlar daha mühimdi bu hayatta. Yalan dediğin şey gerçeğin yansımasıydı zaten ve sen onu bilince her şeyi çözebiliyordun. Bu yüzden yalanlara daha çok önem vermeye başlamıştım. Gerçeğin yansımasını yaratacaktım.
Telefonumu çıkardım ve yakınlaştırarak birkaç fotoğrafını çektim. Öyle iyi çıkmıştı ki fotoğraflarda ona yollasam internete falan atabilirdi. Bu durumun gerçekleşme ihtimalini düşünerek birkaç dakika güldüm. Kahkahalarımın sesi yükseldikçe dikkat çekme ihtimalim artacağından dolayı, tırnaklarımı avuç içlerime geçirerek kendimi bastırdım. İşime odaklanmalıydım.
İncelemeye başladım. Yıllar öncekinden daha güçlü görünüyordu. Gözüme ilk çarpan şey bu olmuştu. Yüksek ihtimalle sporu bırakmamış ve kendini geliştirmişti. Bu da herhangi bir durumda onu dövemeyeceğimiz anlamına geliyordu. Gerçi böyle bir şeye yeltenmek ancak aciz insanların işi olurdu ama bazen herkes aciz duruma düşebilirdi. Her ihtimali düşünmek zorundaydım. Ve dövdürme ihtimalini tam olarak bunları düşünürken eledim kafamdan.
Daha sonra ellerine odaklandım. Bir ressama yakışır derecede güzeldi elleri. Yani çakma bir ressama demeliyim. Gerçekte ressam değildi çünkü sadece beni tutuklamak için yaptığı ufak bir oyundu. Güzel bir oyundu, inandırıcılığı vardı. Uzaktan bakan herkes kanabilirdi ona. Düşünsenize ilerliyorsunuz yolda, bomboşsunuz. Birini arıyorsunuz ama kimi aradığınız belli bile değil. Sonra bir ressam görüyorsunuz. Onun ressam olduğuna eminsiniz çünkü üzerinde boya izleri, yüzünde yorgun gülümseme, elinde fırçalar, önünde tuval... inanmamak için bir sebebiniz yok.
Oysa... Her şey yalan. Görünürde her şey yanıltıcı. O ressamın belinde kelepçe, insanların kalplerinde gizlenmiş nefretler var.
O anları hatırlamanın verdiği hisle, ellerinden aldığım bakışlarımı yüzüne kaydırdım usulca. Bunu yavaş yavaş yapmıştım. Hiçbir detayı kaçırmak istemiyordum. Mesela dudakları hafifçe kıvrılıyordu konuşurken. Kaşlarını çattığında alnının ortasında ince bir kırışıklık oluyordu. Yüzünde tek bir kusur bile yoktu. Gözlerinde ise tüm mükemmeliğinin ardına sığınmış bir hüzün vardı. Bu hüzünün sebebini zamanla öğrenecektim. Bu hüzün onun sırrıydı. Ben bu sırrı çözecektim fakat ondan önce arkadaşımı kurtarmam gerekiyordu.
Her şey anlık olarak gelişmişti. Tüm planım bir anda bozulmuş ve bozulan planımı daha da bozmak için üstün çaba sarfedilmişti. Mathew, yanlış adama yumruk atmıştı. Bana fazladan yarım saat kazandırmıştı, bu iyiydi. Kötü yanı ise nasıl kurtulacağımızı bilmememizdi. Etrafta üç polis vardı. Birinin gözünün mor olması dışında diğerleri ne olduğunu anlamaya çalışırken tükeniyor gibiydi. Ben ise kendime edindiğim alanda oturmuş olan bitene seyrediyor ve ne yapacağımı düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Antitez |Shawn Mendes|
FanfictionSaat on iki çeyrekken ve ben, benden geçip onda kalmışken gözlerimle gözleri birkaç saniyeliğine de olsa buluştu. Önce karnımdan kasıklarıma doğru ince bir sızı yayıldı. Ardından göğüs kafesim kendi kendini imha etme yolunda ilerleyen kalbime bir to...