2.bölüm."İngiliz tüfeği"

124 9 0
                                    

Said'den

Allahım şehadet'imi bekleyeceğimi düşünürken, şimdi kayıp bir nefer olarak ölüm kapısında bekliyorum. Üzerime düşmüş büyük, kocaman filler kadar ağır, patlamanın etkisiyle etrafa saçılan kum ve tozlarla kaplı olan uzun tahta parçası ayaklarımdaki kan dolaşımını durdurmuştu. Üzerimde olan İngilizlerin yaylı tüfeği tahtanın bedenime düşmesini, iç organlarımı ezmesini engelliyordu. Acıyordu ve hiss etmemek beni fazlasıyla korkutuyordu. Büyük bir korku ve heyecanla elimi tahtanın altından çıkardım ve elimin acısını hiss etmeğe başladım. Elim bedenimin altında kaldığı için kan akmıyordu. Şimdi ise 5 dakika önce savaşırken kestiğim elimden kaç saattir akmayan kan aniden kumla birlikte akmaya başladı. Yaranın içerisine dolan kum canımın daha çok yanmasına sebep oluyordu. Yavaşça ayağıma dokunmağa çalıştım, o anda tahta kıpırdadı sanki tüfek üzerimden kaymağa başladı, hayatım pamuk ipliğine bağlıydı. Elimi yavaşça geriye çektim, çünkü yaptığım her hamle beni yavaşça ölüme götürüyordu. O zaman etrafın karanlık olmadığını anladım. Sorun etrafta değil, benim gözlerimdeymiş meğer. Gözlerimin içine kadar giren kum taneleri ve tozlar gözlerimi açmama engel oluyorlardı. Çok tehlikeli bir hamle yaparak elimi gözüme götürdüm, bir süre bekledikten sonra gözümü temizlemeye çalıştım ve yavaşça açtım, az da olsa gözümü kamaştırmaya yeten işığı görünce çocuklar gibi mutlu oldum. Gelen işık çok derinde olmadığımı ve bir kaç saate beni bulacakları anlamına geliyordu benim için. Korkuyla elimi ayağıma götürdüm. Şükürler olsun ayağımı hiss ediyordum. İşte korkum saniyeler geçtikçe azalıyordu. Sonra diğer elimi çıkarmaya çalıştım. Diğerinden farklı olarak kolayca çıktı. Yavaşça tahtayı oynatdım.

Afşan'dan

Kafam karışmış bir halde aklımdan binlerce soru geçiyordu. Bu Said kimdi? Bu asker neden onu böyle acı ile arıyordu? Peki ya Said denilen adam neredeydi? Ama biz bütün askerleri çıkarmadık mı? Bu neydi böyle, tamda her şey iyi gidiyor derken kayıp bir nefer. Şimdi Said denilen adamı bulma vaktiydi. Neferlerime emirler verdim. Yavaşça kendimde o adamı arıyordum.

Yavaşça savaş alanında dolaşırken askerlerimden biri "Kumandanım" diye bağırınca korku ile bir kaplumbağa yavaşlığında yanına gittim. Düşündüğüm gibiydi. Bir şehid bulunmuştu. Bu o muydu? Bilmiyordum. Ne de olsa onu hayatımda hiç görmemiştim. Ali teğmeni çağırdım. Ali teğmen geldiğinde bana "Allah Rahmet eylesin" dedi. Beni bir kenara çekip "Lakin bu aradığımız adam değil. Bu Said değil" dedi. Bende Said denilen bu adamı daha çok merak ediyordum. Ali teğmenin odasına geçtik. Bende yavaşça " Nasıl biri bu Said?" dedim. O da kapıda duran adamlara dönüp "Çağırın Mehmet'i" dedi. Bende "Kim bu Mehmet?" dedim fısıldayarak. "Aradığımız neferin kardeşi" dedi. Mehmet odaya girince revirdeki adam olduğunu anladım. Mehmet uzun boylu, siyah gözlü, sakallı, 20-li yaşlarda bir askerdi. Masaya yaklaştı ve boğuk bir sesle "Kumandanın Said bulundumu?"sordu. O zaman kalbimde kurulan koca dağlar sesiz ve yavaşça çökmeye başladı. Bu da saçma savaşların en acı yüzüydü. Sanki her an gözlerinden tane tane yaşlar dökülecekmiş gibi duruyordu. Ali teğmen "Mehmet Said'in zahirini anlat " dedi yüksek sesle. Aniden kapı çalındı. İçeri giren nefer Ali teğmene bakıp "Hüsrev  bey gelmek ister" dedi. "Gelsin!" diye bir aslan edası ile kükreyen Ali teğmene imrenerek bakıyordum. Aniden içeriye giren adama "Hoş geldin Hüsrev bey" diye yanıt veren Ali teğmen "Nasılsın?" Dedi söylediği sözün ardından. Bende Hüsrev bey denilen adamı incelemeğe başladım. Uzun boylu, beyaz saçlı, bıyıklı, yılların yaşanmışlığı yüzüne yansıyan bir adamdı Hüsrev bey.
Ali teğmene cevap olarak "İyiyim" dedi yaşlı adam. Küçük boyumla ayağa kalkarak, yeşil gözlerimi kan ter içinde kalmış yaşlı adama diktim. Yavaşça elimi uzatarak "Ben üsteğmen Afşan" "Bende Gazi Hüsrev" diye karşılık verdi. Adam gözleri dolu bir şekilde beni süzmeğe başlayınca tedirgin oldum. Sonuçta adam yaşlı ve ben de yanlış bir haraket yapmış ola bilirdim. Heyecan ile yutkunurken "Sen kaç yaşındasın kızım?" diye sordu. "22" diye cevap verdim. Biliyordum, yorgunluktan yıpranan suratım yaşlı görünmemi sağlıyordu. "Buyur Hüsrev bey oturun" dedi Ali teğmen. Bu kim der gibi baktığımdan Ali teğmen, Hüsrev beyin kayıp neferin babası olduğunu söyledi. "Anlatın oğlunuzu Hüsrev bey " dedi Ali teğmen. "Said sarışındır, gerçeğini söylemek lazımsa Türk'e değilde ecnebiye benzer" dedi kardeşi Mehmet. İşte gerçek bir kardeş: bu durumdayken bile kardeşini eleştiriyordu. Babası "gözleri mavi, senden biraz uzun, ince dudaklı, sakallı bir askerdir" dedi. "Bileğinde çocukluktan kalma kuşa benzeyen yanık izi var" diye ekledi. Sonunda işe yarayacak bir bilgi! Bütün neferlerime bilgiyi yaydım. Aklıma en kötü olabilecek şeyi getirdim: esir düşme ihtimali. Allah kahretsin! Hep en kötüsünü düşünüyorum. Allah korusun! Çünkü onu gerçekten merak ediyorum. Sonuçta o bir nefer ve bu zamanda neferimizi kayb etmemeliyiz. Yorgun bir şekilde sabahtan beri burada olduğum halde hiç görmediğim babamın yanına gittim. Görüşmeyeli uzun zaman olmuştu. Mektuplarda yazdığım gibi onu çok özlemiştim. Yanına vardığımda yatakta oturmuş, pek de bir yarası yok gibi görünen yorgun ve güçsüz suratı ile bana bakan adama yaklaştım. "Baba" diyerek ona sıkıca sarıldım. O da bana sarılarak."Güzel kızım, yuvana hoş geldin." Dedi. Yorgundum. Ama sanki ona sarılınca hala 5 yaşındaymışım gibi hiç bir sorunu olmayan, dertleri çölün altında gömülü olan, oyun oynamaktan yorulup ruhunu gecenin huzuruna bırakıp uyuyan küçük Afşan olmuştum. Sanki bir anlık koca bir savaşın ortasında değilmişiz gibi hiss ediyordum. Babamla bir süre konuştuktan sonra "Baba benim gitmem gerek. Kayıp bir nefer var, onu arayacağız." "Kim bu nefer? Adı ne?" Diye sordu. "Adı Saidmiş" dedim bana sakince bakan babama. "Said kayıp mı?" "Baba, sende mi Said'i tanıyorsun?" "Evet, Ali teğmenin neferidir. Kendisi de biraz aksidir, ama iyi bir askerdir." Deyince babam, daha da merak etmeğe başladım. Sonuçta ben meraklı bir kişiyim.

Said'den

Ne yani? Kaç saat oldu hala bulamadılarmı beni? İşte bende bundan korkuyordum. Sanırım beni ölü ya da esir sanıyorlar. Eğer bir saat daha gelmezlerse gerçekten ölü olacaktım. İşte kimsenin beni önemsemediğini bir daha anladım. Bir anlasam benim Mehmet'ten, Niyazi ağabeyden, Mevlüt ağabeyden ne farkım var!

Hava kararmıştı. Yavaş-yavaş uykum geliyordu. Gözlerimi kapattım ve sadece annemin güzel gözlerini düşündüm.

Afşan'dan

Sakince yürüyordum. Harebe olmuş bir yer dikkatimi çekti. Oraya doğru gittiğimde, yıkılmak üzere olan bir fırın ve bayağı fazla patlamış, etrafa saçılmış un çuvallarını gördüm. İçeri girdim, etrafa bakındıktan sonra burada kimsenin olmadığına emin oldum. Zaten bütün askerler sabahtan beri burayı bir kaç kez aradılar. Onlar da hiç bir şey bulamamışlardı. Aniden arkada bir kapı olduğunu fark ettim. Kapıya doğru yaklaştım. Kapı yerinden çıkmış, duvara dayanmış bir haldeydi. Oraya doğru yürüdüm. Fırının arkasında bahçe vardı ve heyecanlı bir şekilde oraya doğru gittim. Tahtaların arasında yeşil bir kumaş gördüm. Bu kayıp asker ola bilirdi. Yavaşça tahtaları kaldırıp altına baktım. İri hacimli tahtayı zor da olsa kaldırıp kenara attım. İşte o an görmeği en son beklediğim şeyi İngiliz tüfeğini gördüm.

.....................................................................................

Merhaba! Nasılsınız? İkinci bölümü beğendiğiniz mi? Yorumlarınızı bekliyorum. Umarım uzun olduğu için fazla vaktinizi almamışımdır. Ben yazdığımda karakterlerimin duygularını size yansıtmaya çok özen gösteriyorum. Bu yüzden bir az uzun oldu. Bölümü sonuna kadar okuyup vakit ayırdığınız için teşekkür ederim 😊.
Bakalım Afşan Said'i kurtara bilecek mi?
Sizce en büyük aşklar kavgaylamı başlar?
Sizce gelecek bölümde neler yaşanacak?
Karakterlerimizi nasıl buluyorsunuz?

Sevgilerimle

Kiraz🍒

SavAşk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin