Her şey bir anlık sadece beyazdı fakat beyaz da siyah olacağını bilmiyordu. Benliğimi kaybetmişcesine etrafıma bakarken yön duygumu da kaybetmiş bir şekilde, zifiri karanlığın içinde nereye gittiğimi bilmeden koşuyordum. Uykuya dalmadan önce hatırladığım tek şey; bir ses duyduğumdu ve sonrasında, beyaz bir ışığın beni içine doğru çektiğiydi. Uzun ve düz saçlarım terden anlıma yapışmıştı, soğuk adeta elbisemin içindeki tenime nüfuz ediyordu. Etraftan gelen sesler o kadar ürkütücüydü ki dolan gözlerime hakim olamıyordum. Koştum ve koştum. Bu zifiri karanlığın ucu bucağı yok gibiydi ve ben artık pes etme noktasına gelmişken yolu aydınlatan eski ve titrek ışıklı bir sokak lambasının altında buldum kendimi.
Ben nereye düşmüştüm böyle? Etraf o kadar viran bir durumdaydı ki buraya bir fareyi koysan yaşayacağını düşünemiyordum. Evlerin pencerelerine gerilmiş muşambalar... neredeyse tüm evler böyleydi. Kollarımı göğsümde birleştirip kendimi ısıtmaya çalışarak yürümeye devam ettim fakat yaşam belirtisi veren tek bir iz veya tek bir şey bile görememiştim. Yol boyunca devam ettikten sonra hiçbir şansımın kalmadığını düşünerek artık bir evin kapısını tıklatmaya karar verdim. Ürkek bakışlarla ve geri geri giden ayaklarımla zor da olsa kapıyı tıklatabilmiştim.
Bir kaç kez tıklattım fakat hiçbir hareketlenme olmadı bir süre sonra evdeki ışıkların açıldığını gördüm.
Kapıyı açan kız anlamayan gözlerle suratıma bakarken ben de onu inceliyordum ve birbirimizden ne kadar farklı olduğumuzu fark ettim.
Koyu kırmızı saçları, bembeyaz teni ve kusursuz suratıyla gerçek olamayacak kadar güzeldi.
"Sen kimsin?" Bir o kadar kadınsı sesiyle de, kafasını hafifçe yukarıya kaldırıp, küçümseyen gözlerle beni baştan aşağıya süzdü. gözleri tekrar yüzüme kaydığında devam etti "Ve bu saatte kapıma dayanmaya nasıl cüret ettin?"
Dilimi yutmuş gibi suratına bakmaya devam ederken homurdanıp içeriden birisine seslenip burada beklememi söyledi.
"Yektaa!" sonra bana dönüp tekrar beni süzerek devam etti: "Bu kıyafler buraya fazla ince değil mi sence de?"
"B-burası neresi ki?" diyerek sonunda konuşmayı başarmıştım.
"Burası Gölgelerin Şehri. Bilmediğin yerde nasıl bulunabiliyorsun?" tam ben ağzımı açacakken az önce seslendiği çocuk kapının pervazına dayanıp sorgulayan gözlerle bir bana bir de karşımdaki daha adını bilmediğim mükemmel güzellikteki kızı süzüyordu.
"Bu kim Leda ve gecenin yarısı ne konuşuyorsunuz?" Leda sadece kaş ve göz hareketleriyle ikimizin de içeriye girmesini işaret edince sorgusuz sualsiz içeriye girdim, çünkü yaşam belirtisi veren tek kişiler onlardı belki bana yardımları dokunabilirdi.
Adını Yekta dan öğrendiğim Leda beni tekli koltuğa oturttuktan sonra yekta da tam önümdeki sehpaya kurulup dirseklerini dizine koyup suratımı izlemeye başladı.
"Evet seni dinliyoruz?" İlk sessizliği bozan Leda olmuştu.
Kelimeleri nasıl toparlayıp cümleye dökeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu ve hiçbir şey kafamda oturmuyordu. Bu olanlar imkansızdı.
"Şey, dün gece uykuya dalacakken bir ses duydum ve sonrasında beyaz bir ışığın sadece beni içine doğru çektiğini hatırlıyorum. Uyandığımda zifiri karanlığın içindeydim ve sert bir zeminin üzerinde yatıyordum. Sonra hafif de olsa ışık veren bir sokak lambasının altında durup evleri gördüm ve en son çare sizin kapınıza geldim. Bana anlatır mısınız buradan nasıl geri dönebilirim daha önce hiç görmedim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEÇİLMİŞ
FantasyUyandığımda etraf beyaz bir ışığa bürünüp sonrasında ayaklarımın ucuna simsiyah bir geleceği sermişti. Lise hayatım bitmek üzereydi, Üniversite hayallerim vardı. Ta ki o uykuya dalmadan önce. Birden büyümek zorunda bırakılmıştım ve yaşadığım, gördüğ...