Bu şehre yıllar sonra ilk kez gelişim. Ve ömrümde ilk kez bir haftalık bir zaman geçirecektim, boş bir otel odasında. Hep yazarların anılarında okumuştum bu otel odalarını. Yalnızlıklarına ev sahipliği yapan... Günübirlik kaldığım zamanlarda o odalarla hiçbir duygu alış-verişim olmamıştı. Bu şehre gelişimin tuhaf bir mutluluğu var içimde. Çatı katında, olabildiğine sıcak bir oda. Sıcaktan mı heyecandan mı karar veremedim, uyuyamadım odanın içinde.
Bu şehre onun için gelmiştim. O da bayram ziyareti için buradaydı. Telefonda onu aradığımda, buraya onun için geldiğimi söylediğimde şaşkın seslerle birleştirdi konuşmasını : 'Benim için mi geldin? Önceki konuşmamızda öyle anlamamıştım.' Aslında bunu, bu şekilde açıklamak istediğini anlamıştım. Sadece bir saatliğine bile olsa onu görmek için geldiğimi biliyordu. Resepsiyondakilere sürekli ulaşımla ilgili sorular soruyordum. Konuşabilecek bir-kaç konum olsun diye. On beş yıl önce bu kadınla bu şehrin sahilinde oturmuştum. Ona hissettiğim hiçbir şeyi anlatmamıştım. Şimdi on beş yıl sonra kendimce bunun rövanşını almak istiyordum. Tüm gün zihnimde dolaştırıyordum söyleyeceklerimi... Yıllar önce öğrencisi olduğum bu şehri, tekrar ezberlemeye başlıyordum.
Onunla oturduğum sahile gittim. Sadece benim için anlam ifade ettiğini bilerek. Akşam saatlerinde görüşebileceğimizi söyledi. Bir hafta kaldığım zamanda sadece bir gün görebildim onu. Bir 'bekleyiş'uzmanı olduğum için buluşmamıza birkaç saat geç gelmesini de önemsemedim. Farklı şehirlerdeyiz ve farklı duygulara sahibim. Yakın arkadaşımız bu hislerimi, 'Sen bu durumu seviyorsun' diye açıklamıştı. 'Uzakta olmasını, uzaktan sevmeyi... Uzaklığın seni acıtmasını... Ve hatta yakınında olursa, bu duygudan uzaklaşacağından ürküyorsun. Kendi duygun, karşındakinden daha değerli. Bencilce değil mi?'
Zaten uzun zamandır bu duygunun beni savurmasını istiyorum. Boş, beklentisiz hayatımın tek 'beklenti'siydi belki de. Onu gördüğümde ona sarıldım ama ürkekçe bedenini çekti. Ben de bir daha denemedim. Gülümsemesi tüm bedenine yayılmıştı. Onunla on beş yıl önce buluştuğumuz kafede tekrar buluşmamız, onun için bir şey ifade etmese de benim için değerliydi. Kendi kendine oyuncak alıp da mutlu olmaya çalışan çocuk gibi... O başkasının armağanı değil, sen aldın kendine... Bir de çocukken yediğimiz şekerin en güzel kısmını sona bırakırız ya. Daha güzel olan kısmı bir an önce bitsin isteriz. Onu beklediğim saatler de öyleydi.
İşinden gücünden söz etti. İşten çıkarıldığını söyledi sonra... İyice zayıflamıştı. Böyle olduğu için gülümsemesi artık tüm yüzünü kaplıyordu. Yüzü, sadece gülümseme haline gelmişti. Ben iş arkadaşıyla tesadüfen karşılaşmıştım bu şehirde, onu anlattım ama o artık iş arkadaşı diye bir şey olmadığını söyledi. İkimizi de yoran şeyler farklıydı. Ona göre kendisinin çok daha 'gerçekçi' sorunları vardı. Yeni bir iş bulmak, sağlık sorunları olan çocuğu, hangi şehirde yaşayacağının belli olmaması v.s... Adeta gazeteciye röportaj verir gibi anlattı bunları bana. 'Belki de aynı şeyleri ben sana karşı hissetmiyorumdur' dedi. Oradaki 'belki' , 'belki' de bende tahribatı azaltmak içindi. Benimle ilgili bir durumdan bir olasılık gibi söz etmesi de şaşırttı beni. 'Bak şu an hangi şehirde olacağım belli değil. Benim yaşadığım şehre gelseydin, sen de gitmek zorunda kalacaktın belki de .'Bu gidişin içinde aşk olmayacaktı. Kendimi savurmamın karşılığıydı. Halbuki ben onun yaşadığı şehre göç etmediğim için çok pişman olmuştum.
Elini tutmak istediğimde bileğindeki morluğu gördüm. Fark etmeden elim değmiş o morluğun üzerine. Çocuğunu susturmak için en sonunda vurmak zorunda kalmış. Ağır ilaçlar kullanıyordu aylardır. Bunca acı, yüzündeki gülümsemeye bir şey yapamamış. Hangi yazardı unuttum: aşk için 'bir şuur kaybı' diyordu. Ben de benzer bir durum yaşadım. Her şey 'sil-baştan' hale geldi zihnimde. Yıllar önce boşandığı için evliliğe hep soğuk bakmıştı. Ama o anda ailesinin kendisini evlendirmek istemesinden söz etti. Yıllarca direnmişti ama sonunda 'Tamam, bakın birini' demiş. Ona göre bu bir yenilgi. Bense sevgi ve aşkın arasındaki farkı anlatmaya çalıştım. Neden aşık olduğumu...Neden duyguma sevgi değil de aşk dediğimi...Bu kafenin adı değişmemişti. On beş yıl önce onunla tanıştığımız yerde ve adda. Onun çevresindeki her şey değişmişti. Sanki benim de duygularımı sabit tutmamı ister gibi aynı yerdeydi. Garson kahveyi getirdiğinde, cebimden bir kağıt çıkarıp garsona verdim. 'Bak, bu şiiri on beş yıl önce bu kadına yazmıştım. Burada. Buradan kalkıp, hemen karşıdaki o sahile gittik. Her şeyin aynı kalmasını beklemek tabii ki ahmaklık ama istediğim o değil.' Garson şiiri okudu, ardından gülümsedi. Kadın da gülümsedi, ardından kahvesini içmeye devam etti.
Masaya arkadaşı geldi. Benim karşılıksız duygularım üzerine o da yorum yaptı. Bu hisleri nasıl karavana harcadığımı... Uzunca konuştuk, ilişkiler hakkında... Hep öyledir ya, sıkışınca genellemelere gidersin. O da bana dönüp: 'Bak bizim yaş grubumuz kadınlara senin için bu şehre geldim demeyeceksin. Geçerken uğradım diyeceksin. Çok seviyorsan bile riski az sözcükler bulacaksın' Verdiği bu taktiği gülümseyerek onayladı. O ise bu sevginin üzerinde bir baskı oluşturduğunu söyledi. Arkadaşı masadan kalktı bir süre sonra. Bizim konuşacaklarımız olduğunu düşündü.
Her şeye rağmen gittik sahile. On beş yıl önce oturduğumuz noktada oturduk yine. O zaman borçlu olduğum sözcüğü söyledim iki kez. Sevdiğimi... Dev gülümsemesiyle yanıt verdi : 'bir şey mi söylemem gerekiyor'. 'Hayır' diyerek gülümsedim ben de. Kendini bu şehre ait hissediyorsan buralısındır demişti yıllar önce bu noktada. 'Hala aynı fikirdeyim' dedi. Belki de Shakespeare dizesinde doğru söylüyor: 'Aşkı, başka bedenlerin üzerine geçiyoruz ve onu aşk zannediyoruz.' Yani herkes aşk diye bir 'hayal'e aşık.
Kalktık. Arabasına binip gitti. Bu sahnelerin vazgeçilmezidir: peşinden bakakaldım. Bir gün daha kaldım o şehirde, belki onu bir daha görürüm diye. Ertesi gün aradığımda 'Ne işin var burada. Baskı yapıyorsun işte' dedi. Dün gece sevgimin asla bir baskı aracı olmayacağını söylemiştim. Şehre, sahile, ışıklara, tramvaya son kez baktım. Ona on beş yıl önce yazdığım şiiri sesli okudum kendime.
Söylemeyeceğim sana
Ama bileceksin yine de
Söylediğimi de
söylemediğimi de...
göreceksin,
neden üşümüyoruz denize karşı
hadi anlat da dinlemeyeyim
nasıl olsa sabaha çok var.
Ama bir dur dinle
Söylemediğimi.
Ah, bir anlatsan yerime
Duysam,
Duysan,
Sonra da duysalar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bekle... Gelmeyeceğim...
RomanceBekleyiş, gücünü 'kendinden' alan çok nadir durumlardan biri. O yüzden bu kadar güçlü bu duygu bende. Sen de bana böyle diyorsun: Bekle, gelmeyeceğim.