Soğuk aralık ayının gri rengi göğü bir fırça edasıyla boyarken eski kilisenin taş duvarları kuru rüzgarın uğultuları ile inliyordu. İbadethanenin bahçesine dikilmiş ağaçlar yapraklarını dökmüş, çıplak dalları Tanrı'ya yakaran günahkarlar gibi göğe doğru uzanmıştı. Üç aylık inzivasına çekilen yeryüzü sükut içerisinde uyuyacağı uykusuna yatmış, yanında canlılığın sesleri ve renklerini de götürerek mabedin çevresine hakim matem havasını ağırlaştırmıştı.
Önündeki çıplak ağaçlar ve taştan patika ile dünyanın geri kalanından ayrılan kilise, yer yer rengi solmuş gri taşlardan yapılmıştı. Yıpranmış duvarları uzun yıllardır dualar ile çınlıyor, şifa arayan dertli ruhlara mesken oluyordu. Büyük ve ağır, demir sürgülü ahşap bir kapı ile dışarıya açılıyordu; lakin o kapı bugün kapalıydı.Kilisenin içi dışarıdaki modern dünyanın gürültüleri ile çınlayan sokakların aksine sessizdi. Renkli camlardaki figürlerle kaplı pencereleri tam olarak aşamayan gün ışığı içeride loş bir ambiyans yaratıyordu. Orada burada bulunan şamdanlara yerleştirilen mumlar havayı mühürleyen boğuk sözleri görünür kılmaktan çekinir gibi cılız bir alevle yanıyordu. Bazısı kilise sıralarına oturmuş, bazısı ayakta duran insanların oluşturduğu ufak kalabalık; kaliteli ahşaptan yapılmış maun rengi dikdörtgen bir kutunun çevresine dağılmıştı. Kutunun üzerine örtülen mor ve beyaz renkli zambaklardan bir çelenk, ıstırap dolu bir ruhu son yolculuğuna uğurlarmış gibi soluk ve gerçekleşmemiş vaatler ile örülüydü.
Üzeri kapalı ahşap kutunun birkaç metre ilerisinde siyah giyinmiş soluk tenli bir genç kız ilerlemek istiyor ama buna cesaret edemiyormuş gibi öne eğilmiş bir biçimde duruyordu. Yüzü bir heykeltıraşın elinden çıkmış bir parça mermer kadar ifadesizdi. Kahverengi saçları renksiz yanaklarından titrek omuzlarına dökülüyor, başının etrafını tüyden bir perde gibi sarıyordu. Uzun boyuna rağmen çökük omuzları ve çelimsiz vücuduyla olduğundan daha küçük, daha zayıf görünüyordu.
Her an kaçmaya başlayacakmış gibi ucunda durduğu ayaklarıyla titrek birkaç adım attı. Donuk ve boş bakışları yavaşça tabutun üzerinde dolaşırken birbirine yapıştırdığı ince bir çizgi halini almış dudakları hafifçe aralandı. İçine titrek bir nefes çekerken buğulanmış gözlerini kırpıştırdı."Björk."
Gri bir günde gökteki karamsar bulut kümelerinin arasından sızan altın rengi gün ışığı gibi karmaşık düşüncelerinin arasına süzüldü aşina olduğu ses. Bileğini kavrayan sert parmakları hissetti. Aynı elin kendisini kolundan sertçe geriye doğru çektiğini duyumsadığında sert bir hareketle kendini bileğini saran mengeneden kurtardı.
Görmezden gelmenin, acı çekmiyor gibi davranmanın manası yoktu. Dört duvarın arasına sıkışmış bu eski ritüel bile adettendi. Tabuta koyacak bir beden, içinden renkleri uçup gitmiş bir vazo yoktu ellerinde; acımasız ve açgözlü yangın geriye bir tutam saç dahi bırakmamıştı annesinden. Gelecek günlerde tanıdıklar yavaş yavaş taziyelerini sunmaya başlayacaklar; genç kıza sadece ruhsuz, ehemmiyetsiz ve içi boş tuğlalar yığını gibi gelen eve akın edeceklerdi. Alışılmışın aksine, acısını karanlıklarda yaşamayı tercih ederdi; sükunet ile dolu günlerde yasını tutmak, içine akıttığı gözyaşları kuruyana dek ağlamak.
Oradan uzaklaşmak, tüm hayallerin ve rüyaların pusuya düştüğü bu rutubetli taştan duvarların arasından kurtulmak istedi. Dişlerini sıkarak donuk bakışlar ile onu izleyen insanların oturduğu sıraların arasından geçti ve kilisenin ahşap kapılarına doğru ilerledi. Son birkaç gündür çevresindeki bulanık çehrelere dikkat etmeyen gözleri, kapıların hemen yanındaki taş duvara sırtını dayamış bir adama takıldı. İçerisindeki boğucu his, yüreğini sıkan bir mengene misali artarken adamın bir an önce eriyip gitmesini dilediğiniz kirli kar kalıntılarını andıran gri gözleri kendininkilerle buluştu. Alışılagelmedik bir tarza sahipti. İnce bir zevki yansıtan pahalı, siyah renkli bir takım elbise giymişti. Sıfıra vurulmuş saçları, yüzünün sol tarafını ve boynunun bir kısmını kaplayan yanık izini daha da belirginleştiriyordu. Takım elbisesinin içinde otuzlu yaşlarda bir iş adamını andırıyordu; ancak yaydığı uğursuz hava ve kapana kısılmış bakışları arasındaki tezat tüyler ürperticiydi. Sanki uzun süredir bir kurtarıcı bekliyormuş ve nihayet onu bulmuş gibi bakıyordu kendisine.
Gözleri bir anlık temastan sonra ayrılınca yumruk yaptığını fark etmediği ellerini açtı ve yürümeye devam etti. Kapıya doğru ilerlerken adamın dudaklarında belli belirsiz, çarpık bir gülümseme belirdiğini zannetti. Buğulu gözler ve yanaklarındaki gözyaşı izleriyle adamın yanından geçerken mentollü sigara kokusu genzini yaktı. Umursamadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüyü Oynamak
FantasyYüzyıllar önce, insanlar türümüzü keşfettiler. Bizden korktular, bilmedikleri her şeyden korktukları gibi. Yine bilmedikleri her şeye yaptıkları gibi, bizi yok etmek istediler. Bizden kurtulmayı, lanetli olduğunu düşündükleri kanımızı...