25.BÖLÜM"MEY"

55 1 4
                                    


-En tatlı ölüm bile seni güçlendirebilir.
*The White Birch Breathe

                                                                                                                                        25.BÖLÜM MEY

Kanlı avuçlar geceye açılıp dudaklarından akan duaları yaren etti kan kokan toprağa. Acının keskin sızısı parmaklarından damladı toprağa. Toprak, sarıp sarmaladı onu, koynuna sokmak istercesine. Dilinden dökülen duaya kayıtsız kalamadı. Gözyaşlarına saklanmış, umut olup hiçlikte kaybolmaya yükümlü kazazede kadar yaralıydı.

Kanlı parmakların eşlik ettiği gecede adımları paytak ve kaygandı. Avuçları göğe bakan kanlı parmaklar acının ihtirasıyla yıkanmış, yangın olup yüreğini katlayan acıya göğsünü açmış bekliyordu. Parmaklarını kıpırdattı, olanları hissetmek istercesine ince ince sızdı teninden, derinlere kazanır gibi. Kanlı yollar geceye karıştı. Asfaltta parlayan kanın kokusunu toprak içine çekti. Bedeni toprak oldu ve kanın rengine sarıldı. Dönüp önce karanlığa sonra kana baktı. Acıyı kanla tartıp geceye  bıraktı. Kanatlarını rüzgâra açtı. Avuçlarını semadan indirip gözlerini yere düşürdü.

Acıyı gözlerinden alıp sessizliğin kollarına düştü.

Ayağım kayıp bedenim sert zemine düşmesin diye adımlarımı temkinli atmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Sessizlik derinlerde koparılan en büyük feryat iken, beşer kulaklarımı sessizliğin sesini duymaya çalışarak zorluyordum.

Kayıp sesi aramaya çalışmak, sağır olmama neden olacaktı; ama nefis bu ya bir şeyi merak etmese duramıyordu.

Gecenin kör ışığında, ay bile nazlı ışıklarını yeryüzüne göndermeye çekinirken, çıplak ayaklarım ile kan kokan asfalt bir yolda dikiliyordum öylece. Ne gelen vardı ne de giden.

Çığlık atsam yer, gök inlerdi; ama insanlar duymazdı. İnsan yaratılanların içinde, yardım çığlıklarını duyamayan tek donuk varlıktı.

Ayağımı kan kokan zeminde ilerlettim. Pat, dizlerimin üzerine düştüm. Kalktım, delinmiş derilerin üzerine elimi bastırdım. Yeniden bir adım daha attım. Pat, avuçlarım üzerinde secde ettim. Kalktım, avuçlarımın içindeki çizikleri, diz kapaklarımın üzerine kefen kıldım.

Yarayı yarayla sarmaya çalıştım.

Tıpkı acıyı acıyla harmanladığım gibi.

Günahların buğulandığı metalik tat, gecenin ağzında közlenmiş, dilini dışarı sarkıtmış bir köpek kadar susamıştı. Oysaki benim ağzımda bıraktığı tat, ölüm kadar soğuktu.

Önümde uzanan asfalt yol düz, uzun ve kanla kaplıydı. Kimin kanı olduğunu bilmeden, kimin o kanı zemine örtü misali serdiğini umursamadan; pis zihinlerin dans ettiği bedenimin, ayaklarıyla acımadan basmama sebep oluyordu. 

Karanlığın rahim olduğu yolda düşe kalka, bata çıka gidiyordum anlamsızca. Düştüm, kalktım, kanadım, yaralandım. Yeniden düştüm, yeniden kalktım. Bir kez daha kanadım, son kez olmadan yaralandım.

Hiçbir zaman doğuşunu geciktirmeyen, batışını kaçırmayan, güneş gibi bıkmadan, usanmadan aynı döngüyü defalarca tekrarladım.

Dilimde bir türkü tutturdum. Dışarıya çıkamayan; ama içimde taş üstüne taş bırakmayan tufanlar bırakmasını umursamadan. Ebabil kuşlarının attığı gibi ufak taşlar derimin yedi kat dibini bile yakıp geçiyordu, boyuna bakmadan. Kallaviliği boyunda değil, içinde taşıdığı anlamdaydı.

ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARI SEÇİM (DÜZENLEMEDE)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin