Düzlem/Scarlett-Rönesans
-Durağan
-Boyutsuz resmetme
Bazı pazarlar her şeyi daha az gerçek hissediyordum.
Örneğin sabah uyanınca ilk işim 2000'ler pop listesini döngüye alıp kahvaltı hazırlamak oluyordu. Ardından Felicity ve Thomas'la olan whatsapp grubumuza dünyadaki en saçma ayrıntılı ses kayıtlarını gönderiyordum. Koltuğuma uzanıp anlamsız melodiler mırıldanarak gitar çalıyorum, ardından bundan da sıkılıp Girlboss dizisini başa sarıp tekrar tekrar izliyordum.
Ve elbette gün içinde aklıma geliyordu ama yalnızca aklımda bir anda belirmesi artık duraksamama sebep olmuyordu. Sadece onun hakkında düşünmek artık o kadar da canımı acıtmıyordu. Yüzünü görmüyordum, sesini duymuyordum. Her şey iyiydi.
Ta ki onu hatırlatan herhangi bir şeye denk gelene dek.
Dün, market alışverişi yaparken konservelerin önündeydim çünkü yemek hazırlamakla uğraşmak istemiyordum. Gözüme mantar sote konservesi iliştiğinde, gerçekten bir anda kocaman bir kavanoz ellerimin arasından düşüp paramparça olmuş gibi hissettim. İttirdiğim market arabasına sıkıca tutundum çünkü yıkılacaktım, biliyordum.
İşte tam olarak bu anlar, yarım kalmama neden oluyordu. Hatta daha temiz ifade edersem; bir parçam eksik gibi. Boyuttan yoksun gibi.
Yarım kalmışım gibi. Benim ressamım bir şeylerimi çizmiş ve daha sonra silmiş de gölgem kalmış gibi.
Sanki bir şeyler aydınlığa kavuştukça, o aydınlık için gereken ışık benden alınıyor ve ben gölgeden ibaret oluyordum.
O zamanlar, bazı pazarlarımda neden her şey daha az gerçek hissettiriyordu anlıyordum.
Çünkü olmamış gibi davranıyordum. Kendimi kandırıyordum. Böyle daha kolay başa çıkabileceğimi düşünüyordum ve bu bir anda, bir markette, mantar konservesiyle son buluyordu.
Başa çıkamıyordum.
Yokluğuyla, kokusunu alamadan, onu hissedemeden asla ama asla başa çıkamıyordum.
Mezuniyetime gelmemişti. Ama okuluma 5 dakika uzaklıktaki bir yerde, onun olmadığını bildiğim bir arabanın içinde kafasını direksiyona dayamış ve sımsıkı kavramış bir şekilde fotoğrafları çıkmıştı.
Ağladığını biliyordum. Belki de, en çok ağladığı zamanlar nasıl olduğunu biliyordum. Anlayabiliyordum da. Gelmek istemişti ve bunu yapamamıştı. Bu ona ağır gelmişti.
Sanırım onu anlayabilirdim. Ben hala fotoğraflarına bakamıyordum. Tur videolarını görmemek için sahip olduğum ve onu görme ihtimalim olan tüm uygulamaları telefonumda yok etmiştim.
Mezuniyetim önemliydi. Ama gelmemekle gelememek arasında çok kalın bir çizgi vardı. Bana yalvardığı anı gözümün önüne getirdiğimde, beni görmeyi kaldıramayacağını düşünerek 5 dakika uzağımda kalakalması normal geliyordu.
Çünkü gelmişti.
Artık bu noktada acıdan başka hiçbir şey hissedemiyordum. Artık kendi yalnızlığım ve acım gözümde bir perde olmaktan kalkmıştı. Onun acısını düşünmeye başlamıştım. Onun yalnız olmasını.
Yine de, bir şeylerin önüne geçemiyordum. Ondan nefret edemiyordum ama kollarına koşamıyordum da.
Mezuniyetime gelmediği için ondan nefret ederim diye düşünüyordum. Gerçekten ona ihtiyacım vardı ama o çıkan fotoğraflar; sanırım benim için cevabı açıkça fotoğraflarla ortadaydı. Bu yüzden belki de nefret edememiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bride Of The Wind|H.S
Fanfiction''Tek istediğim sanatın doğru biçimde anlaşılmasıydı.'' #Wattys2019 en iyi hayran kurgu kazananı.