Galata Kulesi ve Atın İntikamı

13 0 0
                                    

Pırıl pırıl bir gün. Sadece tek bir kara bulut var havada, o da tam üstümüzde duruyor. Dr Sayko'yla birlikte Galata Kulesi'ne bakan barın önündeki masalardan birine kurulmuş, biralarımızı yudumluyoruz.

"Bence küçültücü ayarı olan bir gözlük kullanmamız lazım," diyor Dr Sayko. "Kuleyi tam olarak görebilmek için başımızı her seferinde aşağıdan yukarıya doğru kaldırmamız gerekiyor."

Kafamı sallarken bir kez daha boynumu kırıp yukarıya bakıyorum. Dördüncü katın penceresinden bir at kafasını çıkarmış çevreyi izliyor. Doğu yönünde, üç masa uzağımızda, hararetle karşısındaki şişko kadına bir şeyler anlatan çirkin herifin bardağına damlıyor salyaları. Adam, çalınır diye atını evine mi çıkarıyor acaba, diye düşünürken, midem de bulanıyor. Çeviriyorum kafamı.

"Ayrıca," diye devam ediyor Dr Sayko bir yandan. "Kimseden de korkmayız böylece. Düşünsene abicim. Küçültücü ayara aldık mı herkes gözümüze küçücük görünecek."

"Hı hı," diyorum aklım başka yerde. "Şu buluta takıldı aklım birader. Aşağıya iniyor sanki."

Kaldırıyor o, kafasını. "Yooo, aynı yerde duruyor abicim, bir anormallik yok. Haa, bak bu özelliği de ekleyebiliriz. Nereye bakarsan oranın uzaklığını ölçer gözlük..."

"Neyse," diyip, bardağımın ortasında birikmiş beyaz sıvıya dikiyorum gözlerimi. Yukarı dönüyorum tabii akabinde. Pencerelere en az iki üç metre uzakta olduğumuzu teşhis edip rahatlıyorum. "Tükürük analizi yapan bardak üretilse süper olur bence," diyorum o an aklımda çakan fikirle. "Garsonlara falan güvenmek pek akıllıca değil. Hani havuzlara işeyince rengarenk bir renk çıkıyor ya ortaya. O şekilde halledilebilir."

"Masaların ortasına mutfağı ve koridoru gösteren bir ekran koysalar bence müşteriler çok daha rahat eder," diyor Dr Sayko. "Bi de şeffaflıktan bahsediyorlar... İçeride neler olup bittiği hakkında hiçbir fikrimiz yok. Belki götünü kaşıyor aşçı patatesleri kesmeden önce..."

O soğukta, paltolarımıza iyice gömülmüşken alnında biriken terleri siliyor Dr Sayko. "Bu ne ağbicim yaa, acayip bir basınç var."

"Kasvetli bir hava bu," diye cevaplıyorum onu. "Acayip hem de..." Kalkıp bağırmak, haykırmak falan isterken tutuyorum kendimi. Osuruğun kıçımdan pırt diye kaçıvermesini engelleyemiyorum ama. Ses sokaklara yayılıp büyüyor.

"Oha," diyor Dr Sayko. Yollarda durup çevrelerine bakınıyor insanlar. Bazıları ellerini kaldırıp arkalarındaki tiplere "Yuh be!" diye serzenişte bulunuyor.

"Allah Allah yaa," diyorum ben kafamı kaşıyarak. "Niye bu kadar yankı yapsın ki? Azıcık bir ses çıkması lazım."

"Bu azıcıksa, sıçsan noolacak kimbilir abicim," diyor Dr Sayko. "Neredeyse yıkıyordun arkandaki masayı."

"Çok saçma," diyorum ben ve bir kez daha deneme ihtiyacını duyuyorum olayı. Pırt, diye sallıyorum hafif ve eşek arısı etkisiyle sallanıyor civardaki pencerelerin camları. Kişniyor at yukarıda.

"Abicim bu ne yaa!" diye yüzünü buruşturuyor Dr Sayko. "Ne yedin sen böyle?" İnsanlar da dönmüş bana bakıyorlar artık çatılmış kaşlarıyla. Suçluyu keşfetmiş olmanın hazzıyla parlıyor suratları. Bu arada böyle bir saçmalığa neyin sebep olabileceğini düşünüyorum ben de. "İnanılacak gibi değil," diye mırıldanıyorum.

O anda koşturup geliyor garson. "Pardon abicim," diye mahcup bir gülüş savurarak iskemlemin altına uzanıyor. Kıllanıyorum tabi hemen. Nedense götüme tıpa falan takmaya çalışacakları geliyor aklıma. Tabii ki utanıyorum çıkardığım o dehşetengiz sesten ve bilinçaltım bunu hemen akıl ötesi bir cezayla özdeşleştiriyor. Ama o alttan bir alet çekip çıkararak doğruluyor hemen. "Megafonu ödünç almışlardı da, buraya bırakıp çekmiş gitmiş yavşak," diyor özür dilercesine. "Hay anasını, ayarını da sonda bırakmış göt." Sonra hemen sokaktaki insanlara çeviriyor ağzına götürdüğü megafonu. "Dağılın, dağılın, hadi işinize. Allaallaaaa!" Ağzıyla osuruk sesi çıkarıyor sonra hiddetle. "Bok var sanki."

Hayali Sohbetler BürosuWhere stories live. Discover now