Güneş, ışınlarını cetvelle çizip yollarken, bilin bakalım mekan olarak nereyi seçmişti?
Tabiiki gözlerimi.
Psişik gücüm mü vardır, nedir bilmem ama uyurken bile hissediyor insan yüzüne işkence yapan 'doğa harikası' güneşi. Ya da şimdi düşündüm de... Benim psişik gücüm falan yok. Direk sabah kalktığı gibi perdeleri sonuna kadar açıp, etrafta şarkı mırıldanmalarıyla(?) -ki bu mırıldanmalar daha çok birilerini uyandırmak için yapılan denemeler gibi- uyanmamı sağlayan düz Taehyung'um var.
Ilık ve kuru bir ortamda tutunuz. Serin ortamda tutunuz modu bizimkine yüklenmemiş, hemen tepkime veriyor, hasta oluyor. Gün içinde çokça bakım artı ilgi ister. Sıkılmayın, şevkatle davranın.
Tabii ben bunları vücudumun belli bölgelerindeki duygularımı yöneten birimlere iletiyorum. Siz dediklerimi yapmayın. Sonra bana özel olmaktan çıkar.
Ben bunları beynimde kurgularken ve aslında yarı açık gözlerimle güneşe meydan okurken, yatağın yan kısmında hareketlenmeler hissetmiştim. Böyle yavaş ve nazik olanlardan da değil. Bildiğiniz yatağa bitişik duran yatak ucu pufunun üstüne çıkıp kendini yanıma attı. Çılgın şey...
''Nasıl gidiyor Chim?''
Bu beni mutlu ederdi, biliyordu. Onun dışında dünyada bulunan hiç bir canlının ağzına yakışmayacak bir hitap edişti bu.
''Oralarda hava güzel sanırım. Bir türlü daldığın rüyalardan kopamıyorsun.''
Sıra bendeydi.
''En büyük rüyam yanımda uzanıyor şu an.''
Önce güzel gülümsemesini sundu bana. Sonra yanıma düşen elimi buldu gözleri ve dolaylı yoldan elleri. Parmaklarımdan başlayıp omzuma kadar devam ettirdi öpmesini. Ardından güzel dudakları aralandı. Bu an, dedim içimden. Hiç bitmesin.
''Sen de benim her gece görmek istediğim, yanımdayken bile özlem duyduğum rüyamsın hayatım. Ah, çok duygusallaştım. Tut beni, yoksa moda iyice gireceğim.''
Bunları söylerken aşkla bakan yüzü, sonlara doğru oyunculukla gelen bir üzüntü dalgasına ev sahipliği yapmıştı. Önce gözlerine baktım, beni var edenlere...
Sonraysa... Aklıma gelenle gözlerimi ona doğrulttum ve sorgularcasına baktım.
''Sanırım bir yanlış anlaşılma oldu. Ben senden değil, geçen gün yenilediğimiz yastıklarımızın benim sağ tarafımda duranından bahsediyordum. Sen kendini mi-? Ahh çok tatlı!''
Bunu söylerken oyunculuğumu konuşturup yalanlarımı destekleyen bir kahkaha sunuyordum ve sol tarafımda yatan afet -düz Taehyung- değişen yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Küçük çocuk sever gibi konumlandırdığım ellerim yanaklarında bir sağa bir sola giderken itti beni. Sonra yatakta dizleri üzerinde doğrulup bana yaklaştı. Hani yapmazdı bu durumda, biliyordum. Ama sarılacak zannetmiştim. Yapmadı. Beni es geçip sağımdaki yastığı aldı. Halbuki gece beni odaya getirdiğinde o koymuştu yanıma o yastığı. Gece çok manyak uyuduğu ya da bana yapıştığı için beni iterse düşmeyeyim diye... Sonra nereden geldiği belirsiz makası konumlandırdı yastığa -pardon 'kıymetlime' olacaktı- doğru. Yapma, diyemedim. Bir dakikaya kalmadan etrafımızda kaz tüyleri uçuşmaya başlamıştı. Şaşkınlığımı gizleyemedim ve öylece izledim yattığım yerden. Makası elinde sallayarak bana yaklaştı. Aha, dedim. Sıra sende. Manyak herif, çekil üzerimden!
Tabii bunlar içimde tutmaya gayret ettiğim şeyler. Şu an sırası değil. Korkuyorum.
Yavru kedi misali sindiğim yatağımda huzursuzca soluduğum sıra makası arkalara bir yere fırlatmıştı. Arkalara dediğime bakmayın. Koskoca odanın en kenarında bulunan lavabonun önüne düştü. Ardından dudaklarını araladı. Hani şu, 'sadece bana özel olan şeyler listesinin başını çeken şeyler' olan.
''Bak. Gördün mü? O yastık kısa bir sürede tarihe karışıyor. Saydım, tam 31 saniye. Ama ben bu kadar kolay tarihe karışmam.''
Manyak demiş miydim?
''Peki, o zaman gösterin bana. Tarihe nasıl karışmayacaksınız?''
Ardından yineledi.
''Ben tarihe karışmam ama sen olacaklardan sonra gökyüzüne karışabilirsin.''
Ha ha ha, nasıl olacakmış o?
''Küçük Taehyungie'miz böyle konuşmayı nereden öğrendi?''
Gözlerinde bir şey gördüm o sırada. Aşk...
''Sen öğrettin, aşkınla''
AH SANIRIM ŞİMDİ, ŞURACIKTA BAYILACAĞIM.
'''Haha, ben de öyle sevgilim.''
''Sakın dışından söyledin, deme.''
Bütün karizmasının yerini o, benim kötülükten korumaya çalıştığım çocuksu ruhuna bırakmış ve heyecanla elini yüzümde gezdirmişti. Sanki bir anda kör olmuş gibi bütün yüz hatlarımı keşfediyordu. Sabırsızca onu bekliyordum.
''Çünkü benim psişik güçlerim var.''
Al işte. Biz daha ben yeni uyandığımda konuşmuştuk bu konuyu sizinle. Geri işte, ne yaparsınız. Geriden geliyor, bir 'Park Mükemmel Jimin' değil ki!
Ardından sırıtmaya başladı imalı imalı. Sabah sabah aklından ne geçiyordu kim bilir. Biraz beynimi okudu, açıklama yaptı.
''Birazdan olacakları tahmin etmek için psişik güce gerek yok güzelim.''
Benim hitap biçimimi bana kullanıyorsun, ha!
''Salak. Zaten psişik gücün olursa tahmine gerek kalmaz. Mis! Direk kafanda.''
Anlatırken kırptığım gözümü öptü. Sonra da bir şeyleri anlatmak için kullandığım kısmımı. Sakin ve nazik başlayan seremonimiz, gün içerisinde ve yarın işine giderken ağrı kesici almak zorunda kalan bir Park Jimin'e bedel olacaktı. Olsundu, değerdi.
Böyleydi miniğim. Her şeyden etkilenen duygusal, nazik bir yavru kediydi. Ama bazen ortaya çıkardığı hırçın yüzüyle beni kendine aşık etmişti. Ve sahi... Manyak demiş miydim?
^^
Taaam 752 kelime oldu. Sadece kısa bir olayı ele aldığı için yeter bence. Aynı zamanda daha yeni yeni giriyoruz konuya, bu yüzden kısa kısa sıkmadan devam ettireceğim. Mutlu bir ortam var tabloda. Şimdilik ( ͡~ ͜ʖ ͡°). Size de soralım tabii. Nasıldı? Yorumları alalım. İşin aslı bir iki okuyucum var şu an. Eğer tutarsa diye diyorum, bolca yorum yapınız. İlerideki okuyucularım, seviliyorsunuz^^ -Jimokai.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Memories Are Playing İn My Dull Mind+Vmin+
Fanfic"Kahretsin ki... Seni bilmiyorum. Seni anlamıyorum. Ve bu... Ölümle eşdeğer." ~ Genç adam, eline aldığı eskitme kapaklı defterin sayfalarında ellerini dolaştırdı. Yirmi ikinci sayfasında elini duraklatıp, her gün tekrarladığı işini yine yerine geti...