Keyifli okumalar dileriim❤
Yıl: 2018
Talu'nun ağzından;
Yüzüme vuran yumuşak birşeyle anında yataktan fırlarken pencereden gelen yeni doğmuş güneş ışığı gözlerimi kısmama neden oldu.
Odaya kısık gözlerimle bakarken kapı tarafında elinde yastıkla bana sırıtan küçük erkek kardeşimi gördüm. Küçük dediğim benden üç yaş küçüktü sadece.
Kaşlarımı çattım. "N'apıyorsun lan sabah sabah?!" dediğimde sırıtması büyüdü. "Annem kahvaltı için uyandırmamı istedi." dediğinde gözlerimi devirip yanımdaki yastıklardan birini ona doğru fırlattım ama kaçmayı başarıp odamdan çıkmış, çıkmadan öncede son kez elindeki yastığı kafama fırlatmıştı.
Yastığı yanıma atıp oflayarak yataktan kalkarken perdeye doğru yürüdüm ve ışığın içeriye dolması için perdeyi açtım. Uzaktan gözüken denizi izlerken camıda açıp kollarımı yukarıya kaldırarak esnedim. Annemin mutfaktan gelen boğuk sesiyle esnemeyi bıraktım.
"Talu! Kahvaltıya!"
Yavaş adımlarla odamdan çıkıp mutfağa gittim. Melih çoktan sandalyeye oturmuş ağzına salatalık atıyordu.
Annem çayları doldururken Melih'in yanındaki sandalyeye oturup melihe döndüm ve kaşlarımı çattım.
"Girme oğlum bir daha benim odama!"
Melih gıcık gıcık omuz silkerken annem çay bardaklarını sofraya getirdi.
"Sende kalk o zaman!"
"Seni ne ilgilendirir peki paşam?!" dedim dalga geçerek. Babamda sandalyesine otururken annem kaşlarını çatıp yanıma oturdu.
"Talu kardeşin o senin!"
Anneme gözlerimi devirirken babam araya girdi. "Kavga etmeyi bırakın da. Tatil için nereye gidelim? Var mı aklınızda birşeyler?" dediğinde melih heyecanla konuştu. "Bursa'ya gidelim uzun zamandır kuzenlerimi görmüyorum." dediğinde sırırttım. "Baba melih'in karnesi kötü. Karnesi kötü gelince babaannemin yanına bırakmayacak mıydık?" melih bana kötü kötü bakarken babam ağzına peynir atıp konuştu. "Bursa'ya zaten gideriz ama ailecek bir tatile gidelim diyordum ben." dediğinde aklıma düşen jetonla elimdeki bardağı sertçe masaya bıraktım. Hepsi bana dönerken konuştum. "Antalya." dediğimde annemde beni onaylayan bir iki şey söyledi.
"Olabilir" dediğinde içimde birşeylerin yandığını hissetmiştim. Hani heyecanlandığınızda olur ya. Bende de öyle olmuştu. Heyecanlanmıştım çünkü sonunda iki senedir göremediğim Deniz'i görecektim. Nedense ona hep ayrı bir değer vermiştim, iki sene olmasına rağmende hala veriyordum. Tabii ona kızgındım o ayrı. Ama kızgın yada kırgın olmam ona verdiğim değeri değiştirmiyordu.
Babam tekrar konuştuğunda dalmış gözlerimi kırpıştırıp tekrar babama döndüm. "Hatta gayet güzel olur. Talu sen biletleri alabilir misin?"
"Alırım alırım!" dedim heyecanla. Hepsi ani tepkime şaşırırken yerime sindim. "Yani..alırım işte.o iş bende." dedim ve ayağa kalktım. "Hatta bakmaya başlayayım üç beş güne gideriz..neyse ben doydum ellerine sağlık annemm. Afiyet olsun." deyip odama gittim. Kapıyı kapattığım an elimi yumruk yapıp aşağı yukarı salladım. "Yes be! İşte bu!! Sonunda!" deyip yatağa zıpladım ve sırt üstü uzanıp hızlanmış nefesimi tuttum. Kapı yavaşça aralandığında bana kısık gözlerle bakan Melihi gördüm. Kaşlarımı çattım.
"Çık lan dışarı!" dedim gülmekle kızmak arasında kalarak. Gülümsememi silemiyordum ne yaparsam yapayım. Melih tek kaşını kaldırarak odadan çıkıp kapıyı kapatınca çatık kaşlarım düzeldi ve kendi kendime bir kahkaha attım. "Sonunda.. Bekle beni Antalya.
Bekle beni Deniz."***
Deniz'in ağzından;
Güneş son ışıklarını denizle buluşturup batarken kumsalın biraz daha ilerisine, sakin bir yer bulmak için yürümeye başladım. Elimdeki çantamı sıkarken denize döndüm. Kahküllerim rüzgarın hafif esintisiyle alnımı gıdıklarken parmağımın uçlarıyla alnımı kaşıdım. Akşam üstü olmasına rağmen çok sıcaktı. Oflayarak etrafıma bakınırken bir kaç adım önümdeki boş bankla bakıştım. Daha sonra tekrar etrafıma baktığımda geride bıraktığım kumsaldan daha sessiz ve huzurlu olduğunu fark ettim. Gülümseyerek banka gidip oturdum ve ayaklarımı bankın uçlarına yaslayıp dizlerimi kendime çektim. Kollarımıda bacaklarıma dolarken derin bir nefes çektim içime. Hafif yosun kokusu burnuma gelirken gözlerimi yumdum. Az önce hafif esen rüzgar biraz daha şiddetini arttırırken kapalı gözlerimi açıp önümdeki batmak üzere olan güneşin aydınlattığı denizi izledim. Küçük dalgalar çocukların yaptığı kumdan kaleleri yıkıp yok ederken gözümün dolduğunu hissettim.
Denizin gerçek yüzü bu değildi. Böyle durgun değildi aslında. Şimdi kumla buluşan küçük dalgalar çocukları eğlendirebiliyordu ama bazen öldürebiliyordu da. 15 yaşındaki bir kızı, yakın arkadaşımı öldürdüğü gibi.
Bu dalgalar süslediği denizle her zaman huzur veremezdi. Bana vermediği gibi.
Hiçbir zaman denize bakmaktan keyif alamazdım ben. Hiçbir zaman her insanın huzuru aradığı gözlerle bakmazdım denize. Çünkü bana huzuru verebilecek son şeydi denize bakmak.
Gözümden bir damla yaş aktı.
Deniz çocukluk arkadaşımı benim elimden almıştı. Şimdi dalgaların kumdan kaleyi yıkması gibi benimde en yakın arkadaşımı büyük dalgalar yıkmıştı.
O gün...o lanet günden sonra Denizden nefret etmiştim. Denize girmemizi onaylayan herkesden herşeyden nefret etmiştim. Adımdan bile nefret etmiştim. Asıl adım denizdi. Ama o günden sonra nefret etmiştim ismimden. Değiştirmiştim.
Ama yine de ne zaman kötü hissetsem buraya geliyordum. Kumsala.
Sanki ipek beni burada duyabiliyormuş gibiydi. Sanki hala karşımdaki denizden benimle dertleşecek gibiydi. Burada gibiydi.
Sadece kumsalada gerçekten yanımda gibi hissediyordum. Ama değildi. Bunu artık kabullenmiştim. Kabullenmek zorundaydım çünkü o bir daha asla gelmeyecekti. Gelemezdi. Bunu kabullenmiş ve onun yaşayamadığı hayatı yaşıyordum şimdi.
Adım Dicle. Yaşayan ölü kısmını saymazsak 17 yaşımdayım. Daha iki sene oldu kazanın üzerinden. Bana iki gün gibi gelmişti. Kazadan sonra ipeğin ölümü bana fazlasıyla ağır geldiği için istanbuldan uzaklaşmak herkesden herşeyden uzağa gitmek istemiştim. Zaten kazadan önceki grubumuz dağılmıştı. Şimdi Antalyadaydım. Küçük bir daire tutmuştum burada ve iki senedir o küçük daireye kocaman bir hayatı sığdırıyordum. Lise sona geçiyordum bu sene. Önemliydi ve çok çalışmam gerekiyordu.
Kendi kendime omuz silkip yanımdaki çantamdan Romanımı çıkartıp kaldığım sayfamı açtım. Daha sonra çantamdan gözlük kutumu alıp yuvarlak ince çerçeveli gözlüğümü de taktım. Yakını göremiyordum ve dinlendirici gözlük kullanıyordum. Topuz olan saçlarım ve alnıma dökülen rüzgardan karışmış kahküllerimi düzeltip kitabımı okumaya başladım. Sessizlik bana eşlik ederken havanın biraz daha soğuduğunu hissettim. Tüylerim diken diken olurken çantamı açtım ve hırkamı yanıma almış olmamı dileyerek içine baktım. Yoktu yine evde unutmuştum. Çoğu zaman olduğu gibi. Aldığım zamanlarda da lazım olmuyordu o ayrı. Tam çantamı kapatacakken telefonumun çalmasıyla bıkkınca kitabımı kapatıp yanıma koydum ve telefonumu elime aldım. Annem arıyordu. Telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Alo anneciğim?"
"Hah! Kızım? Ben aramasam senden haber alamayacağız hiç neredeyse. Neden hiç aramıyorsun?! Üstelik her konuşmamızın sonunda sık sık araman konusunda seni uyarıyorum. Neyse.. Nasılsın nasıl gidiyor birtanem?"
Gülümsedim. "İyi. Aynı işte. Değişen bir şey yok sen? Siz ne yapıyorsunuz?" karşı taraftan annemden bir bardak çay daha dilenen babamı duyunca kahkaha attım. "Sence ne yapıyorum kızım?huysuz baban yüzünden çaycı olacağım neredeyse." tekrar gülerken kollarımı birbirine bağlamaya çalıştım elimde telefon varken. Artık nasıl oluyorsa? İyice üşümüştüm ve doğal olarak evime gitmek istiyordum. Annemle konuşmaya devam edecekken omzuma örtülen kalın yumuşacık tüylü bir şey örtüldü. Anlamayarak arkamı döndüğümdeyse telefon hala kulağımdayken ağzım şaşkınlıkla açıldı. Diyecek bir kelime bile bulamazken annemin sesiyle biraz daha olsa kendime geldim. Ama hala şoktaydım. "Kızım?iyi misin sen?"
Gözlerimi kırpıştırarak hala karşımdakine bakarken anneme cevap verdim. "İ-iyiyim..ben.. Seni sonra ararım. G-görüşürüz" deyip telefonu kapattım.
Kaşlarımı çatıp ona baktım. "S-senin burada ne işin var ?"☑☑☑
Umarım beğenmişsinizdir. ❤
Vote ve yorumlarıda unutmazsanız çok mutlu olurum❤
Yorumlarınız benim için çok değerli🔆