Göz kapaklarım yavaşça kendiliğinden açıldı. Odanın aydınlığı gözlerimi acıtmıştı. Aniden tekrar yumdum gözlerimi. Bu sefer aydınlığa alıştıra alıştıra araladım..
İlk saniyelerde bu tuhaf odanın ne olduğunu anlamak epey vaktimi almıştı. Aydınlık bir hastane odasındaydım. Odada yattığımdan başka yatak yoktu. Özel bir hastanede olmalıydım. Her şey nizam içindeydi. Ve titizlikle hastalara en iyi gelecek şekilde seçilmiş ve yerleştirilmişe benziyordu.
Duvarlar bembeyazdı. Çok net olmasa da kabartmalı duvar kağıdı olduklarını görebiliyordum. Karşımdaki duvarda büyük bir LCD televizyon vardı. Boydan pencerenin önünde iki tane tekli koltuk yerleştirilmiş, iki tane lacivert kadife koltuk... Birinin üstünde düzensizce bırakılmış gri ceket duruyordu. Annemin olmalı diye düşündüm. İçimde bir nefret dalgalandı. Ceketten nefret etmek çok saçmaydı.
Yattığım yatağa gelince...
Üzerimde açık mavi ince bir pike örtülüydü. Kolum aniden sızlamıştı. Küçük bir sızlama. O anda kendime geldiğimi hissettim. Neden burada olduğumu düşünmek şimdi aklıma geliyordu. Kolumda serum takılı olduğunu hissediyordum. Kontrol etmek istercesine iki kolumu da yavaşça pikenin altından çekip çıkardım...
Gördüğüm şey karşısında neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Gözlerimi yarım kollu hastane elbisesinden çıkan incecik kollarımdan ayıramıyordum.
Bağırıp birilerini çağırmak, burada bir yanlışlık olduğunu haykırmak istiyordum. Kendimi deli gibi hissetmeme neden oluyordu ama doktorların kollarımı değiştirdiğini düşünmekten başka çarem yoktu.
Dün ya da ne zaman buraya getirildiysem, o zaman kollarımın böyle olmadığına eminim!
Kollarım görünen yerlerinden itibaren ellerime kadar dövmeyle kaplıydı.
Serumun takılı olduğu yerdeki bantın beyazlığı kolumdaki dövmelerle büyük bir tezat içindeydi.
Neden bu yataktaydım? Neden bu haldeydim? Neden bu kollar benimdi?
Hatırlamak için var gücümle beynimi zorladım. Hatırlamaya çalıştığım her saniye başımın ağısı daha bir katlanılmaz hale geliyordu. En sonunda gözlerimi yumdum. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Ağlarken neredeyse ciğerlerim çıkacaktı. Ağlıyordum ama kulaklarımı dolduran hıçkırık sesi sanki uzaklardan geliyordu. Sanki bedenim bana ait değildi de sadece uzakta bir köşede oturmuş kendimi izliyordum.
Hıçkırıklarım artık durdurulamaz hale gelmişti. Ağlıyordum ama gözlerimi açtığımdan beri yapabildiğim tek şey kollarımı oynatmak olmuştu. Kalkmak, ayağa fırlamak, hızla buradan uzaklaşmak istiyordum.
Niye kimse sesimi duyup yanıma gelmiyordu. Özellikle abim? Neden gelip bana ne olduğunu söylemiyordu?
En son hatırladığım şey abimi beklediğimdi. Sonrası... sanki bir süngerle silinmiş gibi. Bu ana ışınlanmışım gibi ya da. Abimi beklerken ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Düşündükçe beynim uyuşuyormuş gibi oluyordu.
Yatakta oturmak istedim ama kütük gibi hissediyordum kendimi. Üstelik boynumu da tam olarak hareket ettiremiyordum. Boşta olan elimi boynuma götürüp kontrol ettim. Boyunluk takılıydı. Sakin olmaya çalıştım. En fazla ne yaşamış olabilirdim ki?
Evde abimi bekliyordum... Halamın doğum günü partisine gidecektik. Belki de beklerken bir şeyler yemek istemiştim ama mutfağa giderken merdivenlerden yuvarlanmıştım. Bunun sonucunda abim eve geldiğinde beni baygın bulmuştu ve buraya getirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe Arı
Teen FictionGeçmişimde en fazla ne yaşamış olabilirim ki? Kraliçe Arı artık kitap :)