*Part 1*
- Yeni Dünya -
Şu an ki dünyada kimse köle olmayı istemezdi ama bazılarının kaderinde vardı. Dünya’ya gözlerini açmadan önce bile gelecekleri belirlenmiş ve çoktan sahiplerini bulmuştu. Dünya nüfusunun ikiye bölündüğü bu zamanda kimse ama hiç kimse köle olmayı seçmezdi. Kurallar fazla sıkıydı. Yaşamak için fazla zorlayıcı. İnsanlar çok dayanamazdı, bünyeleri izin vermezdi. Genelde pes ederlerdi. Dünya’daki ölüm yüzdesi her geçen gün artarken sebepleri eskisinden oldukça farklı yönlere kaymaya başlamıştı.
Artık ölümler kaza veya hastalıklar sebebi ile gerçekleşmiyor, intihar bir salgın gibi yayılıyordu. Bunda insanların, üstün tabakadaki insanların etkisi büyüktü ama herkes bilmiyormuş gibi davranıyordu böylece her şeyden uzak kalıyorlardı. Olanları görmezden gelerek vicdanlarını rahatlatıyor, iyi bir insan konumuna giriyorlardı.
Adil olmak için fazla bencillerdi. Herkes kendini düşünürken nasıl bir adalet beklenirdi ki? Üstün tabaka saygılıydı, birbirlerine karşı davranışları ve duruşları asildi fakat köleler insan sınıfına bile konmuyordu. Sözlükteki ‘insan’ tanımı değişmişken köleler bir gün kurtulmayı bekliyorlardı. Bu oldukça acı bir bekleyişti çünkü içten içe kimse buna inanmıyordu. İçlerinde inanç olmazken kimse cesaret denilen üstün özelliği taşıyamıyordu. Ne yapacaklarını bile bilmiyorlardı. Güçsüzlerdi, en azından öyle sanıyorlardı. Aslında bir çok üst sınıf kalplerini çoktan kendilerini ezen ve her geçen gün zihnen ölüme daha da yaklaşan kölelere bağlamışlardı ama ne yazık ki köleler bunu fark edemeyecek kadar kötü bir psikoloji içindeydiler.
Hepsi umudun var olmadığı ‘yeni’ dünyada yaşamaya ve ezilemeye mahkûmken üst sınıf her şekilde mutlu ve huzurluydular. Zengindiler, aileleri vardı, rahattılar. Suç kelimesi onlar için bir anlam taşımıyor, vicdanları demirler arkasında hapsediliyordu. İnsanlar yalan olduklarını bildikleri ‘Muhteşem’ ve ‘Gelişmiş’ sıfatlarıyla süslenmiş bu çirkin dünyada haksızlıklara ve acımasızlıklara göz yumuyorlar. Gördükleri her şeyin bir yalandan ibaret olduğu gerçeğini bilmiyormuş gibi davranıyorlardı.
Ama herkes aynı olmazdı, olamazdı. Ne kadar iyi yaşam koşullarına sahip olursa olsun mutsuz olan insanlar vardı. Bulundukları ortamdan keyif almayan insanlar. Sadece bir ülke değil koskoca dünya bu iğrenç düzene hapis olmuşken böyle ‘üst’ sınıf insanların var olması kaçınılmazdı. Bu da umut beslemek için oluşan nadir sebeplerden biriydi.
Park ChanYeol! Ne bir köle ne de olmayan orta sınıf, o dünyanın bile tanıdığı en asil insanlardan biriydi. Soğukkanlı ve umursamazdı. İnsanların duygularını hiçe sayar kendi işini hallettikten sonra o kişiyle yaşadığı geçmişi ve geleceği silerdi. Kendi amaçları ve hedefleri, prestiji varken başka insanlara yer yoktu. Olmamalıydı çünkü. Birine bağlı olmak çoğu insan için büyük bir tehditti. Birine güvenmek asla yapılmayacaklar listesinde baş sıradaydı. Chanyeol için her şey harika değildi. Mutsuzdu, rahattı ama rahatsızdı, huzurluydu ama huzursuzdu. Hayat onun için bir işti ve işini en iyi şekilde yapmaya çabalıyordu. En iyisi olmak onun kendine verdiği görevdi. Kimse tahmin edemezdi ki onun hayatının bu denli değişeceğini ve başka insanları da fazlasıyla etkileyeceğini. Kimse onun gerçek kimliğini bilmezdi çünkü. Komiktir ki kimse öğrenmek istemezdi zaten.
Bilmek demek arkasına saklandığımız yalanların bir bir ortaya çıkması demekti. Chanyeol kişiliğini saklardı. Her şeyi bu sayede vardı. Yeni dünyada sıcak kanlı ve sevecen olmak bazılarına göre ‘Şapşallık’ veya ‘Yenilgi’ kelimelerini temsil ederdi. Çünkü insanlara iyi davranmak ve onları düşünmek artık geçmişte kalmıştı.
Çok kişi vardı aslında geçmişi özleyen. Herkesin ‘gerçekten’ mutlu olduğu zamanları özleyen. Ailelerin sıcak bir yuva olarak adlandırıldığı zamanları özleyenler fazlasıyla vardı ama bu kalplerinin derinlerindeki bir sırdı. Belki bir gün ortaya çıkacak ama şimdilik saklı kalan bir sır.
Park Chanyeol kesinlikle mutlu değildi. O yalnızdı. Yalnız bir insanın mutlu olması pek olanaklı bir şey değildi ama yaşamak için kimseye güvenmemek gerekirdi bu da yalnız olmanız sonucuna ulaştırırdı sizi. Chanyeol’un ailesi yoktu, neredeydiler, kimlerleydiler o bile bilmiyordu. Belki de onlar da birer köle olmuşlardı ya da çoktan kendisini izlemek için gökyüzüne çıkmışlardı. Merak ediyordu, kesinlikle merak ediyordu ama bu araştıracağı anlamına gelmiyordu. Güvenmemeyi ailesi ona öğretmişti çünkü.
Chanyeol köle olarak doğanlardandı. Geçmişine dair çok fazla anısı vardı. Silmek istediği ama silemediği. Unuttuğunu söylediği ve kendini buna inandırdığı. Belki ailesi o gün arkalarına bile bakmadan oğullarını o sokakta bir başına bırakmasalardı şu an ki Chanyeol olmazdı. Ve ne kadar acı olsa da gelecekte bazıları Chanyeol’un ailesine bu yaptıklarından dolayı teşekkür edeceklerdi. Chanyeol o gün değişme kararı almıştı. Daha çok küçük ve savunmasızken, dünyanın değişimine çok doğru bir şekilde ayak uydurup kendini değiştirdi. Bu iyi bir adımdı. Ona göre hayatının ilk 7 yılı hatırlanması gerekmeyen zamanlardı. Ve sonraki 15 yıl onun gelişimini anlatıyordu.
Chanyeol 22 yaşındaydı. Daha çok gençti ama hayattan çok şey öğrenmişti. Orta sınıfın yok olmaya başladığı yıllar onun zenginleştiği yıllardı. Chanyeol daha 16 yaşındayken insanlar ondan korkmaya başlamıştı. O zamanlar buna üzülürdü çünkü hala geçmişinin izlerini silme kararı almamıştı ama yeni çevre ve yeni bir hayat ona yeni fikirler de katmıştı. Empati kurmayı bıraktı, geçmişi hatırlamayı bıraktı sadece anı yaşamaya başladı ve geleceği düşünmeyi. Önündeki upuzun yolda tek başına yürüdüğünü görüyordu. Yol süresince yanından insanlar geçiyordu ve kısa bir süre beraber yürüyorlardı ama istediği mesafeye ulaştığında daha hızlı ilerleyerek onları arkasında bırakıyordu.
Park Chanyeol bir asildi. Anlatılacak hikayesi çoktu ve onu tarif etmek bir çok kişiyi onurlandıracak bir şeydi. Bay Park’ın şoförü, temizlikçisi, aşçısı ve daha niceleri. Bu kişiler olmak için asiller bile yarışabilirdi ama hiçbir zaman böyle bir şansları olmazdı. Chanyeol’un kendine ettiği yeminlerin başında kesinlikle yıllardır değişmeyen ve herkesin hoşlanmadığı bir söz vardı. Chanyeol her zaman kendi ayakları üzerinde duracağına yemin etmişti. Kimseye muhtaç olmadan. Ve bu yemini çıkmaz sokakta yalnız başına otururken etmişti.
Şimdi bir şeyleri değiştirecek olan biri gelecekti ve ansızın onun hayatına girecekti. Bu kişi neredeyse bütün kölelerin aksine cesurdu, ölmekten korkmuyordu ve Chanyeol gibi kendine büyük bir söz vermişti. Kendini öldürmeyecekti. Ne olursa olsun dayanacaktı. Bu zamanda böyle özel bir insan için kendisi kadar farklı bir sahip seçilmişti Tanrı tarafından. Bu şans değildi, kaderdi. Bir çok insana göre olması gereken bir şeydi ve olmuştu.
Byun BaekHyun. Eski hayatında etrafına gülücükler saçan, herkesin sevgisini kazanmış bir insandı. Şimdi ise insan sınıfına bile konmuyordu. Ama bu onun gülümsemesinin yok olması için bir sebep değildi. Şu ana kadar kimseye satılmamıştı. Masumdu, saftı. Birçok insan için bozulması gereken bir mükemmellikti. Baekhyun şu ana kadar hep tutsaktı ama tutsakların hepsinin özendiği biriydi. Hiç biri anlayamıyordu onun bu denli mutlu ve dayanaklı olma sebebini.
Baekhyun’un umudu vardı. Kimsede olmayan onda vardı. Bir gün her şeyin eskisi gibi olacağına inanıyordu. Bir gün kendisi haricinde karşısındakinin de güleceğine. Ve zamanını bekliyordu. Bir şeyleri değiştirmeyi amaçlıyordu.
Bu iki zıt ya da içlerinde benzer kişi birbirleri ile hayat bulacak birbirleri ile mutlu olacaklardı. Birbirleri sayesinde birçok şeyin değişmesini sağlayacaklardı.
Belki ChanYeol bunu yapabilmek için bu kadar zenginleşmiş ve saygın biri olmuştu. Belki Baekhyun geleceğini bildiği için hep gülümsemişti, o günün gelmesini bekleyerek.