"Canımı sıkıyor bu çocuk artık."
Namjoon'un gırtlağından gelen derin öfkeli ses sayesinde yemeyi kesip başımı ona çevirdim. "Hı?" Çenesini öne iterek ileriyi gösterdi. "Jimin midir nedir. Uyuz oluyorum." İşaret ettiği yöne başımı çevirdim. Ha evet. Şu çocuk. Başımı sallayıp yemeğe devam ettim. Alışılmışın dışında bir çocuktu biraz. Sesli güler ve aklındaki her şeyi söylerdi. İnsanların arkasından salladığı yetmezmiş gibi yetinmezse yüzlerine de söylerdi. Birçok dövmesi vardı. Ayrıca Fransa'dan yeni dönmüştü ve dövmelerine yenilerini ekletmişti. Salak ve gürültülü bir arkadaş grubu vardı. Üç kişilerdi ama bir ordu kadar ses yapıyorlardı.
"Aman siktir et. İlk kez Avrupa gören avanaktan fazlası değil." Normalde bunu bile söylemezdim çünkü bana ne yani? Ama Namjoon ciddi şekilde uyuz olmaya başlıyordu. Ve ben her zaman dobra bir konuşmacı olmuştum. "Namjoon." İlk seslenişimde elbette dönmedi bana. "Namjoon!" İlgisini çektiğimde kaç vakittir söylemek istediklerimi söylemek için ağzımı açmıştım ki, Jimin'in kahkahası duvarları inletmişti.
Ses ayarı olmayan insanlardan tiksiniyordum. Ve böylece konuşmamı engelleyenlerden de. Sonra Namjoon zaten yine odağını Jimin'e çevirdi ve ben de yosun çorbasına. Sen de yani Yoongi, Namjoon'a bir anlık öpüşmeyi abarttığını söylesen ne olur söylemesen ne olur? Bırak acısını yaşasın. Ama bu çorba tuzsuz sanki.
Bunları düşünürken masaya oturan Jungkook girdiğim transtan beni çekip aldı. "N'abersiniz?" Kocaman gülümseyerek sorduğu sorusuna omuz silkip Namjoon'u gösterdim. "O röntgencilik yapıyor. Ben de çorbanın tuzsuz olduğunu düşünüyorum." Ufak bir kahkaha atıp çantasını çıkardı fakat bekleyemedim, çorbanın tuzu dayanılmaz derecede azdı. "Bebişim şu tuzu uzatır mısın?" Genel kullandığım hitabı her duyduğunda olduğu gibi yine gülüp tuza uzanmıştı. "Sağ ol balım." Yanağından bir makas alıp çorbama tuzu döktüm.
"E anlat bakayım nasıldı dersler?"
●
"Bebişim sigaramı versene."
Havada bana doğru uçan paketi kapıp aynı şekilde havadan bir öpücük yolladım. "Çağırayım mı ne yapayım?" Omuz silkip başımla mutfağı işaret ettim. "Bana giren çıkan olmaz. İçerideki ruh hastasına sor. Öpüşmeyi evlilik cüzdanı gibi gördüğü için." Kıkırdayıp yattığı yerde yayıldı. "Ne bileyim, Jimin hoş çocuk yani. Dünyanın en seksi Fransızca konuşan insanı falan. Arkadaşları da eğlenceli. Renkli bir ortam olur, hem onlar geliyor diye gelenler bile olacaktır. Muazzam bir parti olur." Ağzıma sigarayı koyup paketteki çakmakla tutuşturdum. "İstediğin herkesi çağır Kookiebalım. Ben sadece bira tekila ve bilumum alkol barından içeceği istiyorum. At bile sokabilirsin."
Oturduğu karşı koltuktan kalkıp yanıma koşarak oturduktan sonra sıkıca sarıldı. "Hyungların kralısın! İyi ki aynı evdeyiz!" Bir yandan gülüp bir yandan telaşla üstümden itmeye çalışıyordum çünkü sigara yüzünden tutuşmak üzereydi. "Big boss izni önemli. Naş naş uygun adım mutfağa." Suratını asıp ofladı. Ağzını açmıştı ki ben konuştum. "Ben halledemem bu sefer. Üç kızı banyomuzda az kalsın sevişecek pozisyonda yakaladığından beri Namjoon parti ve Yoongi kelimelerini yan yana duymak yahut görmek istemiyor." Burnunu kırıştırıp ayağa kalktı. "E gideyim o zaman. Mutfağa." El sallayıp sigarayı yeniden ağzıma koydum.
Jungkook'un kanı hızlı akıyordu akmasına ama genel olarak tek yöne doğru akıyordu. Arkama yaslanıp açık olan televizyonun sesini yükselttim. Öylesine bir yemek programına dikip gözlerimi dumanın görüşüme dolmasına izin verdim. Ta ki Jungkook koşarak mutfaktan banyoya yönelinceye kadar. Ardından da koşar adım bir Namjoon çıkmıştı elbette. Sehpadaki küllüğe koyup ağzımdaki zehri, ayaklanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sen beni öpersen belki de ben fransız olurum ℘ yoonmin
Fanfictionsonra içime ve hatta dışıma kapandım. küsmek gibi bir şey. bir çeşit gölge fesleğeni. bir çeşit olmayan hayat. zaten hiçbir şeyi kararında bırakamamak ve ortasını bulamamak gibi bir sorunum var benim. epeyce göçebe yaşadım, sadece iki valizim oldu...