Neler olduğunu önemsemeyecek kadar bitkindim. Yıllardan sonra ilk kez böylesine farklı, böylesine perişan hissediyordum kendimi. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Çevremizde toplanan insanların ne düşündüğünü önemsemiyordum. Dört senedir ilk defa hastalıklı davranmıyordum. Kucağımda o varken kendi halimdeydim. Kimse bir şey sormadı veya söylemedi ancak bu fırtına dindiğinde olacakları tahmin etmek güç değildi. Soru yağmuruna tutulacaktım ancak bu fikir beni nedense germiyordu. Neyim varsa bu küçük çocuk hepsini alıp iyi etmiş gibiydi. Dizlerimde oturmuş, kendisine verilen bir bardak suyu kana kana içerken onun izliyordum. Ne kadar mükemmel olduğunu, ellerini, ağzını, küçük ve biçimli burnunu. Nefes nefese bardağı uzatırken yine, "Teşekkür ederim." dedi, elini yakalayıp elime hapsettim. O böyle davrandıkça ellerinde kalmak istiyordum, o küçük, narin ellerinde ölmek. Böylesi mutluluk var mıydı dünyada bilmiyordum, bu yeniden aşık olmak gibiydi. Küçük bir büyücünün yaydığı efsunlu havada kaybolmak.
Elini tutup dudaklarıma götürerek ona küçük bir öpücük verdiğimde başını göğsüme yasladı. Darmadumandım ama bir o kadar da iyi hissediyordum. Çevremize toplanan kalabalık azaldıkça gitme isteğim arttı. Ona dönerek, "Ne yapmak istersin?" diye sordum. Teklifim karşısında afallamıştı. "Şey.." dedi, "Bilmem.. Sen ne yapmak istersin baba?" Baba. Söyledikçe kalbime işlediği o kelime. Bir gün içinde bekar bir adamdan dönüştüğüm baba rolü beni çok sarsmıştı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, küçük bir çocuk için uygun olan şeyler nelerdi? Ne yemesi, ne giymesi gerekirdi bilmiyordum. Çabuk hastalanır mıydı? Hastalanırsa hangi doktora gitmemiz gerekirdi? Evde yemek pişirmiyordum, dışardan söyleyemezdim çünkü sağlığına tamamen zarardı. Her şey neden bu kadar karışıktı?
"Acıktın mı?" diye sordum aniden aklıma gelmiş gibi. Başını çekinerek salladı, gülümsedim. "O zaman önce yemek yiyelim." dedim ona. Boynuma sarılarak yerini sağlamlaştırdı, onu sıkıca sardım. Kimseyi görecek halde değildim, bütün çalışanlarımın, yöneticilerin ve Bay O'Brien'ın yanından geçerken rahatsız hissettim. Sadece, "Üzgünüm Bay O'Brien," diyebildim. "Anlaşmayı imzalamak istemezseniz.. anlarım." Hiçbir şey söylemedi. Hiçbir şey söylemedim. İnsanların yanından geçerken yüzlerine bakamıyordum. Sadece Rosa'ya sarılıyor ve ondan güç alarak ayakta kalıyordum.
Onu yemeğe götürdüm, ne istediğini sordum ama bilmediğini söyledi. Yetiştirme yurdunda çocuklar yemek seçmezler, diye de ekledi sonuna. İçimde bir şeyler koptu, ona her çocuğun sevdiği bir şeyi söyledim. Geldiğinde tabağındaki hamburgere ve patates kızartmasına anlam vermeye çalışarak bakıyordu. Kokusu ağzını sulandırıyordu ama yemek yerine bakmayı seçmişti. "Neden yemiyorsun?" dedim kollarımı masaya dayayarak. Ellerini kucağında birleştirdi. "Sen neden yemiyorsun?" Soruma soruyla karşılık verince gülümsedim. "Aç değilim." Büyük bir olgunlukla tabağı öne doğru ittirdi. "O zaman ben de yemeyeceğim." Kollarını masaya yaslandığında hayretler içinde ona bakıyordum. Menekşe rengi gözleriyle gözlerime bakarken gülümsedi, tepki veremiyordum sanki. "Yemek zorundasın." onu kandırmaya çalıştım. "Yoksa büyüyemezsin." Ayaklarını salladı, aç olmasına rağmen hala direniyordu. "Sen büyük müsün?" diye sordu yeniden. Sorularına cevap vermek zorlaşmaya başlamıştı. "Evet." dedim sadece. "Ben.. büyüğüm."
Başını kararlılıkla iki yana salladı. "Hayır," dedi. "Sen de küçüksün." Ellerini birbirine yaklaştırdı. "Bak bu kadarcık kalmışsın." Ona bir şeyleri anlatmak istedim. Anlamayacağı bir şeyleri anlatmak.. ama o sadece gözlerimin içine, bütün gerçek duygularıyla bakarken, kendini tamamen teslim etmeye böylesine hazırken ağzımı bile açamadım. "Yersem yiyecek misin?" diye sordum sadece. O ışıltılı, göz kamaştırıcı gülümsemesi geri dönüp başını salladığında garsona işaret ettim. Rosa, hayatıma bir çiçek gibi açmıştı sanki. Yemeğini yemeye başladı, aldığı her bir parçayla zevki büyüdü, gülümsemesi güneş gibi parladı. Bir çocuğun küçücük şeylerle nasıl da kolayca sevinebildiğini gördükçe hayrete düştüm. Oysa ki sadece yemek yiyordu, sonra durdu. Küçük ellerini birbirlerine kenetledi, gözlerini kapadı ve bütün ciddiyetiyle minik kaşlarını çattı. Onu izlerken güneşin vurduğu sol kaşında ufak, ufacık bir beyaz tüyün varlığını fark ettim. Bir fareninki kadar küçük olan burnu, gölgesi kemiklerini süsleyen kirpiklerini, kalp şeklindeki minik ama dolgun dudaklarını.. Karşımda masumiyet duruyordu, ona insan dersem haksızlık etmiş olur gibi hissettirdi bu bana. Siyah ipekten saçlarının bittiği noktayı takip etmeye kendimi o kadar kaptırmıştım ki bana seslendiğini duyamadım.
"Baba?" dedi, her duydukça nabzımı arttıran o kelimeyi yeniden telaffuz ederek. "Dua etmeyi sever misin?" Son dört yılı düşündüm. Ayrılığımızı. Ayrılığımıza sebep olduğunu düşünerek suçladıklarımı. Ve Tanrı da işin içindeydi. "Hayır," dedim. "Ben dua etmem." Bu cevap karşısında herhangi olumsuz bir tepki göstermedi, sadece anlayışla başını salladı. Bazen karşımda bir çocuktan çok koca bir kadın duruyor sanıyordum. "Biz.. her yemekte Tanrı'ya verdikleri için dua ederiz." Gülümsedi, gamzesi göründü. "Verdikleriyle yetinmezsek olanlar da elimizden kaybolabilir. Peder Patrio hep böyle söyler." Başını yana eğdi, bunu yaptıkça kalbim yerinden sökülüp bedenime tekrar dönüyordu. Yapmamasını söylemek istedim ama masumiyetini kirletmekten korktum. Onun kendi yapısına, olduğu haline zarar vermekten. Dudaklarımda gülümseme, gözlerimde ağlamak istemenin verdiği acı dolaştı. "Söylesene, sen hep böyle misindir?" Patatesinden küçük bir ısırık alarak, "Nasıl yani?" diye sordu, anlamamıştı. "Yani hep böyle.. güler yüzlü müsün? Ya da konuşkan?" Varmaya çalıştığım yeri anlayınca mahcubiyetle başını eğdi. "Aslında herkes çok sessiz olduğumu söyler." dedi, dudakları büzülmüştü. "Oradaki kimsenin ailesi yok ama benim babam var. Belki de sadece seninle tanıştığım için mutlu olmuşumdur." O gülümsemesini öldürdüğüm için kendime lanet ettim. Yemeği de bırakmıştı. Her şeyi daha da karmaşık bir hale sokmuştum, üzgün hissettim. Uzun, oldukça uzun bir zamanın ardından duyularım geri dönmüş gibiydi. "Yemeye devam edecek misin?" diye sordum, başını olumsuz anlamda salladı. Israr etmek istedim ama hata yaparak onu daha fazla üzmekten çekindim, garsonu çağırdım.
Elimde tuttuğum paket ile birlikte önümden yürüyen Rosa'yı inceliyordum. Alışveriş yapmak için dışarıya çıkarmıştım onu. Önce kaldırım taşları arasında zıpladı, bundan zevk alıyordu. Ona karışmadım, güneşi kıskandıracak o gülümsemesi çıktığında benim de bulutlarım dağılıyordu. Sadece, bir an duraksadı. Bir yere baktı, küçük bir kız çocuğuna sahip aileye. Yanında durdum, ona seslendim ama beni duymadı. Gözleri, ailenin babasının kızını kucaklayıp omuzlarına aldığı sahnede kalmıştı. Beni fark edince irkildi, sanırım ona bu kadar çok temasta bulunmayacağımı düşünüyordu. Elimle onu dürttüm. "Hey.." Başını kaldırıp kıkırdadı. "Dalmışım." dedi ama önüne yeniden döndüğünde yüzünde beliren o üzgün ifadeyi gördüm. Küçücük boyuyla beni parmağında nasıl oynattığını düşündüm, dudaklarımda çarpık bir gülümseme hayat bulurken onu hazırlıksız yakalayarak belinden tuttum. "Sıkı tutun, tamam mı?" Elbisesinin eteği savrularak saçlarıma çökerken şaşkınlık ve sevinçle çığlık attı. İşte bir çocuğu sevindirmek bu kadar kolaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ROSA | Zayn
FanfictionDört sene önce karısından ayrılan Zayn Malik zor ve sıradan geçen hayatına aniden giren küçük kız çocuğuyla yaşama yeniden tutunur. I Need You Dady adlı hikayenin yeniden düzenlenmiş halidir. 1.09.18