Bir şeyler ters gidiyordu. Yerine oturmayan ancak birbirleriyle bir şekilde bağlı olduklarına inandığım olaylar dönüyor, birleşmek için adeta ufacık bir parmak hareketi gerektiriyormuş hissi veriyordu. Bunu fark etmek için yeteri kadar düşünmüştüm, burada bunu yapmak için bir hayli zaman oluyordu. Dört duvar arasında, sabahtan akşama, geceden şafağa dek her an düşünmekle geçiyordu. Özlemekle, hatırlamakla, istemekle. Ve benim kalbim ilk defa, daha önce deneyimlemediğim bir hisle dolup taşıyordu. Kendi çocuğuma duyduğum özlemle.
Yeni bir eve geçtiğinizde alışması aylar sürüyordu, en ufak bir eşya alımında bile en azından birkaç gün gerekiyordu ancak hayatımda ilk defa, özellikle de bir insana yirmi dört saat içinde böylesine derin bir bağlılık duymak, kalbimin akıntıya kapılıp gitmesini demekti. Belki de ilk defa birini severken onu tanımaya çalışmıyordum, neysem oydum, neyse oydu. Birbirimizi ebedi bir yolculuktan bu yana tanıyormuşuz gibi hissediyordum, sanki o hep benimleydi ve ben de onunla. Sanki o bir kadının içinde değil de benim kalbimde büyümüştü. Menekşe mavisi gözleri, siyah saçları, gülümsediğinde yanağında ve çenesinde beliren çukurlarla ellerini arkasında birleştirmesini her anımsadığımda kalbim acıyor, gözlerim yaşarıyordu. Sanki bir el boğazıma sarılıp beni nefessiz bırakmış gibi acı çekiyor, yutkunamıyordum.
"Malik," Demir parmaklıklara vuran jopun sesiyle derin düşüncelerimden sıyrılmış, gerçeğin soğuk yüzüyle yeniden karşı karşıya gelmiştim. "Ziyaretçin var." dedi gardiyan. Suratındaki buzdan ifade ve ağzındaki, senin gibi çok kişiyi gördüm gülümsemesi bir an için beni yıldırsa da görmezden gelmeye çalıştım. Bu cehennemden bir an önce çıkmam ve çocuğuma kavuşmam gerekiyordu. Ellerimi üstüme silerek, bana gösterilen yolu takip ederken, tavandan yansıyan ışığa doğru kaldırdım başımı. Hava kararmıştı ve çok geç olduğunu düşünüyordum, bu saatte kim beni, neden görmek istesindi ki?
Ziyaretçi odasının önünde bekleyen adamı tanımak için fazlaca çaba harcamamıştım, bir ileri bir geri giderek turluyor, saatini kontrol ediyor ve sabırsızlıkla bekliyordu. Gösterilen sandalyeye oturup telefonu kaldırdığımda heyecanlı sesiyle, "İyisin." dedi. "Tanrım senden haber alamayınca bir an için.. Ah, neler düşünüyorum böyle!" Fabien, yüzüne oturmuş kireç rengi endişesi ve terli elleriyle gözlerime bakmaktan kaçınıyor, yine de kendini gizleme konusunda başarısız oluyordu. "Bir şeyler bulmuş gibisin." dedim, en azından benden daha iyi durumdaydı, dışarda olsaydım ben de bir şeyler bulabilirdim ancak şimdilik elimde hiçbir şey yoktu. "Ailenle görüşmeyi neden reddediyorsun?" Fabien bunu ansızın sorduğunda gerilemiştim doğrusu, onlarla görüşmeyi neden reddediyordum?
"Rosa'yı torunları olarak görmüyorlar." dedim dişlerimi sıkarak, neden konuyu aniden değiştirmişti ki sanki? Düşünceli bir şekilde başını salladı, masanın üstünde duran parmaklarının gerginlikten bembeyaz kesildiklerini söylemek zor değildi. "Sen ne buldun?" diye sordum ansızın. Artık cevaplar duymak istiyordum, yeterince oyun oynamıştık. "Birileri, şirketinin durumundan haberi olan birileri seni bitirmek için böyle bir oyun oynuyor. Seni bilerek gazetecilere ihbar ettiler." Camın diğer tarafından, elinde tuttuğu kağıdı görebileceğim şekilde kaldırdı. "Kafa attığın o adamın hiçbir şeyi yok. Ona bu raporu hazırlayan doktor sahtekarın teki, kanıtlarım var."
Biliyordum. Haklı çıkmıştım, birilerinin benimle derdi olduğu açıktı ama çocuğumdan ne istemişlerdi? Dertleri neydi? "Tüm bunların başına bela açacağını biliyorsun Fabien, daha fazla kurcalama. Benim yüzümden başına bir şey gelmesini istemem." Bu doğruydu. Kimse benim yüzümden zarara uğramamalıydı. "Sadece, neden kendini bile koruyamayan bir çocuğu hedef aldılar, bunu merak ediyorum." Ve sadece merak etmiyordum, acı çekiyordum. "Ondan bir haber var mı?" diye sordum acıyla yutkunarak. "Ailem ona sahip çıkmayacak Fabien, en azından ben dönene kadar.. onunla.." Kelimeler boğazımı delip geçiyordu. Sesim soldukça soluyor, bedenimin içine çarparak yankılanıyor ancak dudaklarımdan dökülemiyordu.
"O iyi." Yüzündeki gülümseme ve gözlerindeki o gerçeği söylediğinde ortaya çıkan parıltılar bana umut vermişti. "Senin için bir şey gönderdi, gardiyana verdim. İyi olmanı istiyor.. ve senin geri döneceğini biliyor." Elbette biliyordu. Ona ben söylemiştim. Hangi çocuk buna inanmazdı ki? Babanız, ki belki de bu koca hayatta sahip olduğunuz tek şey size bu vaatlerde bulunuyordu. Geri döneceğim ve seni alacağım. Kim bilir ne haldeydi. Yemek yemiş miydi? Uyuyabiliyor muydu? Rüyalarında benim gibi, ikimizi bir arada görüyor muydu? Hala onu toplantı yüzünden yalnız bıraktığımda hissettiğim korkuyu her an yeniden hissettiğimi biliyor muydu? Bana ilk kez baba dediği o anı her anımsadığımda benim gibi ağlıyor muydu? Beni özlemiş miydi? Onunla birlikte hiç uyumamıştım, şimdi her şey yolunda olsaydı, benimle uyumasına izin verebilir miydim? Kalbim çok acıyordu.
"Yeni bir şey bulursam eğer tekrar geleceğim." demişti Fabien giderken. Konuşamıyordum sanki birileri boğazıma sarılmıştı. Görüş odasından ayrılırken gardiyanın elime tutuşturduğu şeyin ne olduğunu anlamamıştım ama bu küçük hücrede, bu loş ışıkta görebiliyordum şimdi.
Rosa bana, elindeki tek şansını yollamıştı.
Bay Teddy, Rosa'dan aldığı kokusuyla, gözyaşlarıma arkadaşlık ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ROSA | Zayn
FanfictionDört sene önce karısından ayrılan Zayn Malik zor ve sıradan geçen hayatına aniden giren küçük kız çocuğuyla yaşama yeniden tutunur. I Need You Dady adlı hikayenin yeniden düzenlenmiş halidir. 1.09.18