*1

1.3K 107 36
                                        

Kolunu ovarken bakışlarını etrafta gezdirmeye devam etti.

Kat sorumlusuna, kızlardan birine ve en korkutucu ihtimal olan bir kış askerine yakalanmak istemiyordu. Buna rağmen, onların bulunduğu kattaydı. Zorlukla nefes alırken saklandığı duvardan ayrıldı ve yürümeye devam etti. Hırkasının fermuarını sallanarak ses çıkarmaması için bir eliyle tutuyor, diğer eliyle de duvara tutunuyordu.

Bu yaptığı intihardı. Eğer yakalanırsa, ne olacağını biliyordu. Belki planını unutması için hafızası silinecek, belki öldürülecek, belki de bir kış askerinin kum torbası olacaktı. Onların ne kadar acımasız olduğunu biliyordu. Her eğitim sırasında, boynuna dolanan metal kollar en büyük kabusuydu. Kendi içlerinde, birbirlerine merhamet ettikleri oluyordu. -Yelena aklına geldiğinde düşüncesini sorgulamadan edememişti- Onlar ise merhametsizdi. Kurtulmanın bir yolunu bulamadıkları taktirde üstlerine gelmeye devam ediyor, odada sorumlu birisi yoksa bu ölümle bile sonuçlanabiliyordu.

Buradan kurtulma isteği ise yine o zamanlardan birinde başlamıştı. İlk kez, aralarından birinin tereddüt ettiğini görmüştü. Kendisine değildi elbette. Yulia belki de aralarında en küçükleriydi ve Natasha, Barnes'ın ona merhamet ettiğine yemin edebilirdi. O an da ikisi göz göze gelmişti ve muhtemelen Natasha'nın ne düşündüğünü gözlerinde görmüştü. Ağrıyı tekrar hissetmiş gibi kolunu tuttu. Yulia'dan sonraki Natasha'ya ise pek nazik davrandığı söylenemezdi. Neredeyse kolunu kıracakken, araya giren sorumluya içten içe teşekkür etmişti. Yulia küçük olabilirdi ama Barnes onun masum olduğunu sanıyorsa çok yanılıyordu.

Kendisine nasıl davrandığının bir önemi yoktu. Bir kez merhamet ettiyse, devamı gelebilirdi ve Natasha da buna güvenerek aylardır onu takip ediyordu.

Buradan kaçmaya çalışacaksa, bunu yalnız yapamazdı. KGB'nin gücünün bir sınırı olmadığının farkındaydı. Eğer yanında bir Kış Askeri olursa, belki de o kadar şanssız olmazdı. Barnes hakkında birçok şey öğrenmişti. Oysaki adını bile bilmemeliydi. Rumlow'dan duyduğu bu ismi, yeri geldiğinde kullanabileceğini düşündü.

Demir kapının önüne geldiğinde, önceki gün Rumlow oraya girerken gördüğü şifreyi girdi. Kapı sessiz bir şekilde açılırken gözleri hızlı bir şekilde etrafı taramaya devam ediyordu.

Genelde bu saatlerde kimse olmazdı.

Kapının diğer tarafına geçtiğinde düşüncesinde yanılmadığı için şükretti. Tahmin ettiği gibi Barnes dondurucudaydı. Bu durumda tehlikesiz olduğu için onu izleyen kimse de yoktu.

Makinenin içindeki adama bir bakış attıktan sonra odadaki bilgisayara yöneldi. Bilgisayarlarla arası her zaman iyiydi, oradan kurtulmasını sağlayacak kadar. Ekranda adamın kalp atışlarını görebiliyordu. Oysaki sadece ona baktığında, ölü olduğuna yemin edebilirdi. Yine de huzurlu göründüğünü söyleyebilirdi. Hızlı hareketlerle hafıza üzerinde kullanılan algoritmayı buldu.

Algoritmanın kenarlarındaki notlar ona sistem hakkında bilgi verirken, Zola tarafından yazılan bir kaç satırı sildi ve yerine sistemin gizli kısa devre yapmasını sağlayacak kodlar ekledi.

Parmakları klavyenin üzerinde gezinmeye devam ederken, arada gözleriyle kapıyı kontrol ediyor bazen de kış askerine bakıyordu. Biri makineyi kontrol etmediği sürece uyanmayacağını elbette biliyordu ama bu, ondan korkmasına kesinlikle engel değildi.

Algoritmayı yeni haliyle kaydederken arkasında bir iz bırakmamaya dikkat etti. Görünür de sistem aynıydı. Kodlar dikkatle incelenmediği sürece, bir şey anlayacaklarını sanmıyordu. Bir şey fark edecek tek kişi, şu an dondurucuda olan adamdı. Eğer gerçekten hislerinde haklıysa, adam hafızasının geldiğini gizlemeye çalışacak, fırsat bulduğunda da kaçmayı deneyecekti.

We'll Always Have the MoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin