Bölüm 2

546 10 15
                                    

Uyuyan devi tekrar uyandırmıştım. Başıma gelenler bire bin katılarak geri kulağıma geliyordu. Tuvalette yarı çıplak şekilde baygın bulunduğum, tacize uğramış olabileceğim bile konuşuluyordu. Bir gün öğretmenler odasına çağrıldım. Edebiyat öğretmenimiz nazikçe karşısına oturtup nasıl olduğumu sordu. Gerçekten herkes tacize uğradığımı sanıyordu. Bir ara ben dahi inanır oldum. Hangi öğretmen bir hayalet tarafından rahatsız edildiğime inanırdı ki. Olaylar daha da büyümeden arkadaşların beni korkutmak için şaka yaptıkları yalanını attım ortaya. Olan Erman ile Ali Cem'e oldu. Benim yüzümden bir ton azar işittiler. Ama hak verdikleri için bana kızamadılar. Birkaç hafta içinde bu olanlar da unutulmuştu. 19 Mayıs'ın yaklaşması sebebiyle okulu bir eğlence havası sarmıştı. Her 19 Mayıs gününde öğretmenlerimize ve tüm okula öğrencilerin hazırladığı oyunları sergilerdik. Bu sene oyun hazırlama sırası bizim sınıfa geçmişti. Genelde öğretmen taklitleri yapılırdı. Taklidin dışına çıkıp orijinal bir performans sergilemek istiyorduk tüm okula. Önümüzde on günümüz vardı bir oyun hazırlamak için.

***

On günün sonunda muhteşem bir gösteri hazırlamıştık okula. Herkes gülüp eğlenmiş, bizleri tebrik etmişti. Çok mutlu ve heyecanlıydık o gün. Mezunlar da çok eğlenmişlerdi. Her sene az sayıda da olsa mezun abilerimiz ve ablalarımız oyunları izlemeye gelirdi. Hatta içlerinden bazıları okulun izniyle bizimle kalırdı o gece. Bize üniversite hayatından, üniversiteli olmanın nasıl bir şey olduğundan filan bahsederlerdi. O gece Fuat abi kaldı yanımızda. Kısa boylu, sert görünüşlü biriydi. Üç sene önce mezun olmuş. Konuşmaya başlayınca aslında ne kadar hoş sohbet biri olduğunu fark ettik. Bizimle hemen kaynaşmış, geyik yapmaya başlamıştı. Tabi bu kadar erkek bir araya gelince ne konuşulursa biz de onları konuşmaya başladık. Neredeyse birkaç saat üniversitedeki kızlar hakkında konuştuk durduk. Üniversitedeki kızların nasıl güzel olduğundan, şimdiye kadar bilmem kaç kızla çıktığından filan bahsetti. Söylediklerinin birçoğunu salladığını hepimiz bilmesine biliyorduk; ama anlattıklarını can kulağıyla dinlemekten kendimizi alıkoyamıyorduk. Ardından nasıl oldu bilmiyorum konu unutmaya çalıştığımız yanan çocukların hikâyesine geldi. Ben bir ara telefonla görüşmek için dışarı çıktığımdan konuyu kimin açtığını göremedim. İçeri girdiğimde herkes dört bir ağızdan başına gelenleri anlatıyordu Fuat abiye. Meğer ne çok kişi hayalet görmüş. Beni görünce benim de başıma geleni anlatmamı istediler. Bilmem kaçıncı kez tekrar anlattım yaşadıklarımı. Hepimizi tek tek dinledi Fuat abi. Biz konuşurken başını önüne eğmiş, tek kelime etmemişti. Herkes konuşmaktan yorulup sustuktan sonra kafasını kaldırıp birinin odanın kapısını kapatmasını istedi. Ardından kimseye söylemememiz kaydıyla bize bir şey anlatacağını söyledi. Anladık ki hiçbirimizin daha önce duymadığı bir hikâye gelmek üzereydi.

***

"Siz bilmezsiniz. Önceden yemekhanenin hemen yanında bir çamaşırhanemiz vardı. Halen durur orada, belki görmüşsünüzdür. Camları kırık dökük bir bina... Ben girdiğim sene kullanılıyordu. Sonra müdür nedensiz yere kapattırdı. Zor oluyordu gerçi. Yurda baya uzak olduğu için çamaşırları götür getir inanılmaz yorulurduk. Bir haftasonu uyuyamadım. Neden uyandım hatırlamıyorum, erkenden gözlerim açılıverdi. Ne yaptım ettiysem uyuyamadım. Dedim madem erken kalktım gideyim çamaşırları atayım sıra olmadan. Haftasonları herkes çamaşır yıkadığından boş makine bulamazdık kolay kolay. Akşamdan hazır olan kirli çuvalımı alıp çamaşırhaneye gittim. Sabah daha sekiz olmamıştı. Herkes horul horul uyuyordu. Neyse vardım çamaşırhaneye. Kapısı hep açıktır zaten. Girdim içeri. En baştaki makineye çamaşırlarımı doldurmaya başladım. Bütün hepsini koymuştum ki bir ses duydum. Benden başka biri daha vardı çamaşırhanede. Yalnız ağlama sesiydi bu. Hiç kimseyi göremesem de bir yerden ağlama sesi geliyordu. Çamaşırhanenin diğer ucuna doğru yürümeye başladım. Yaklaştıkça ses daha da netleşiyordu. Bir çocuktan geliyordu ses. Sondaki makinelerden birinin arkasında ufak bir çocuk başı gördüm. Yüzünü duvara dönmüş ağlıyordu. Ne yapıyorsun burada dedim. Susuverdi bir anda. Bizim aşçının oğlu olsa gerek dedim kendi kendime. Bir oğlu olduğunu biliyordum her ne kadar oğlunu hiç görmesem de. Bir şeyden korkup buraya kaçmış olmalıydı. Bizim aşçı çok serttir. Bilirsiniz. Dövermiş çocuğu arada bir. Babasından kaçtı herhalde diye düşündüm. Durma orada, buraya gel dedim. Kıpırdamadı yerinden. İşte o an korkmaya başladım. Hiç hareket etmiyordu. Yüzünü göremiyordum. Elimi uzatıp çocuğa dokunamama birkaç adım kalmıştı. Bir adım daha attım. Her an başını bana çevirecek diye bekliyordum. Elimi uzattım. Bir adım sonra omzuna dokunacaktım. Hala dönmemişti. Arkasında olduğumu biliyordu hâlbuki. Parmağımla omzuna dokunduğum an bana döndü. Altı yedi yaşlarında bir erkek çocuğuydu. Ağlamaklı gözlerini bana dikmiş öylece duruyordu. Adın ne dedim. Cevap vermedi. Adın ne diye tekrar sordum. Neden dedi bana bakarak. Neden mi dedim. Ne neden? Ağlamaya başladı. Elini tutup gel babana götüreyim seni dedim. Hiç itiraz etmeden benle dışarı çıktı. Eli pütür pütürdü. Bir çocuk elinden ziyade sanki yaşlı bir adamın elini tutuyordum. Biraz yürümüştük ki birden durdu. Yurdun olduğu tarafa döndü. Diğer eliyle yurdu gösterdi. Sonra aniden elimi bırakıp geri çamaşırhaneye kaçtı. Ben ne olduğunu anlamadım bile. Onun ardından ben de tekrar içeri girdim. Etrafta gözükmüyordu. Onu ilk bulduğum yere baktım. Her yere baktım. Bağırdım çağırdım yoktu. Sanki yer yarılmış da içine girmişti. Giriş kapısı harici başka kapısı yoktu çamaşırhanenin. Makinelerin içlerine dahi baktım. Belki birinin içine saklanmıştır diye. Bulamadım. O sırada fark etmemiştim, sonradan aklıma geldi. Çocuğun kaşları ve kirpikleri yoktu. Baya bildiğiniz yoktu yani. Kimseye anlatmadım bu olanları. Zaten kim inanacaktı ki bana. Kendimce, çocuğu ararken çocuk bana fark ettirmeden kapıdan çıkmış olmalı diye bir mantık yürütmüştüm. Bir gün sonra öğle yemeğini alırken aşçıyı gördüm. Yemeğimi bitirdikten sonra yanına gittim. Halini hatırını sordum. Sertti, aynı zamanda cana yakın da bir adamdı. Birini yakalamasın hemen muhabbete tutardı. Bizi de çok severdi. Ben lafı uzatmadan dünkü gördüğüm çocuktan bahsettim. Seninki olabilir mi dedim. Yok dedi. Benim oğlan bir haftadır hasta yatıyor. Evden dışarı adımını atmadı dedi. Peki o çocuk kim olabilir dedim. Bazen duvardan çocuk atlıyor okulun içine, onlardan biridir dedi. O yaştaki çocuk duvardan atlayıp nasıl içeri girsin, biz zar zor kaçıyoruz o duvardan dedim. Bunu söyler söylemez gülmeye başladı. O gülünce ben de güldüm haliyle. Zaten ondan sonra konuşma alakasız yerlere gitti. Anlayacağınız o çocuğun kim olduğunu öğrenemedim. Bir daha da hiçbir yerde onu görmedim".

YatakhaneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin