~BAŞKA ŞEHİR~

172 10 2
                                    

20.05.2018

"Anne, mavi tişörtümü bulamıyorum"

"Nereye attıysan oradadır."

Derin bir nefes alıp verdim dolabımdaki kıyafetleri küçük siyah bavuluma yerleştirmeye devam etmeden önce. Tabi buna yerleştirmek denilirse çünkü yaptığım şey dolaptakileri katlamadan bavula sıkıştırmaktı.

Bugün büyük gündü, 10 aydır internet üzerinden konuştuğum sevgilimle ilk defa buluşacaktım. Düşünsenize, bir insan var hayatınızda, sesini duyabilecek kadar yakın, dokunamayacak kadar uzak. Siz bir insana bir şeyler hissediyorsunuz, aranızda bir şeyler geçiyor ama bir kez dahi kokusunu içinize uzun uzun çekemiyorsunuz. Bir kez sarılamıyorsunuz, bir kez öpemiyorsunuz, bir kez üşüyen ellerinizi onun elleriyle ısıtamıyorsunuz, tek yapabildiğiniz telefondaki görüntüsünü öpebilmek.

Yani anlayacağınız uzak mesafe ilişkisi. O İstanbul sokaklarında, ben ise Muğla. O başka okullarda, başka caddelerde, başka şehirlerde. Beraber sahip olabildiğimiz tek şey ise gökyüzü. Sabahları aynı göğe kaldırıyoruz başımızı, aynı güneş alıyor gözümüzü, aynı yıldızları sayıyoruz oturup başka evlerimizin bahçelerinde.

Biliyorum, düşünüyorsunuz şuan madem bu kadar seviyorsun neden hiç buluşmadın diye. Temmuz ayında başlayan tanışmamız kışa doğru derinleşti, ara sıra kavga edip uzun küslüklerimiz oldu ve bu küslüklerden birisi de maalesef sömestra denk geldi. Tabi anneme okul zamanı çıkıp ben İstanbul'a gidiyorum diyemedim. O da diyemedi. Şimdi ise İstanbul'a teyzemi görme bahanesiyle gideceğim! Evet, ufak bir yalan söylemiş olabilirim çevreme, örneğin çok sevdiğim ve anlaştığım (!) kuzenim Mete'yi özlediğim yalanı gibi.

Bildirim

Kimden geldi şimdi bu bildirim? Telefonumu açtım ve mesaja baktım.

Mete: Ne zaman geleceğin umrumda değil ama annem sorduğu için soruyorum bunu. Çünkü ona göre yemekleri hazırlayacakmış. Sakın bana saat 7'den daha geç bir saat söyleme, senin için akşam yemeğimi geciktiremem.

Komikti gerçekten. Canım kuzenim Mete bana kaçta geleceğimi soruyordu, evet evet heyecandan bekleyememiş kaçta geleceğimi soruyordu. Ne kadar şanslı bir insanım ben böyle misafirperver bir kuzene sahip olduğum için!

Siz: Uçak 6 gibi kalkacak, fazla gecikmemeye çalışacağım.

Mete: Tamam 7'den önce evde ol.

Aynen Mete, buradan İstanbul'a gidip, havalimanına bir saat uzaklıktaki evinize ışınlanacağım. Tabi ışınlanmak mümkünse. Tamam tamam daha fazla boş yapmayacağım.

"Gidiyorsun demek." Ben bavulumu elime almış odadan çıkmaya hazırlanırken annem kapıya yaslanmış kollarını kavuşturmuş beni izliyordu. Yüzündeki ifadeye bakarsanız sanki 8 yaşındaki küçük oğlunu daha hiç göremeyecekmiş gibi uğurluyordu. Ama aslında olan 17 yaşındaki oğlu 15 günlüğüne İstanbul'a gidecekti. Sadece 2 haftalığına. Ve evet, 10 aylık özlemimi sadece 15 günle gidermeye çalışacaktım.

Annem sanki bu son görüşüymüş gibi sıkı sıkı sarıldı.

"Sanırım, biraz daha sarılırsan kemiklerim kırılacak anne." Sesim nefes alamıyor gibi çıkmıştı, aslına bakarsanız nefes alamıyordum.

"Tamam tamam bıraktım." Onun sesi ise boğuk, ağlamamak için zor durduğunu belli edercesine çıkmıştı.

İstanbul... Neydi İstanbul? Bu topraklar mıydı sadece, ya da bu boğaz? Milyonlarca insan kalabalığından mı ibaretti yoksa yüksek gökdelenlerden mi? Derin tarihiyle mi İstanbul İstanbul olmuştu? Peki neden bu kadar derin tarihe sahipti? Tarihi yapısı, coğrafik konumu, denizi, iş imkanı... Herkes için İstanbul'un ayrı bir anlamı vardı. Benim içinse içinde Emre'nin yaşıyor olmasıydı İstanbul'un anlamı.

YOLUN SONU (GAY)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin