"Ben-" "Yani bilmiyorum."
"O zaman bu cevabı evet olarak alıyorum."
Ablası arkadan lafa karışmıştı. "Hadi önce bize gidip güzel bir kahvaltı yapalım. Sonrasını sonra düşünürüz."
İkisi de yürümeye başlayınca ayaklarım istemeden onları takip etmeye başladı.
Karışıktım, karmakarışık. Hala yaşamakla mı savaşıyordum yoksa bu savaşta yenildiğime çoktan emin olmuş muydum? Kararsızlıklarım kararlarımdaki mantığı da alıp götürüyordu galiba. Belki de tamamen her şeye, akışa teslim olmalıydım.
***
Lüks bir apartmanın yedinci katına çıktığımızda üçümüz de 54 nolu kapıya ilerledik. Yol boyunca hiçbirimizden bir ses çıkmamıştı.
Kapıyı anahtarla açan ablası içeri girip girmemiz için kapıyı sonuna kadar açtı. Üzerindeki ceketi çıkarıp portmantoya astıktan sonra bize "Siz içeride oturun." deyip yeşil dolapları olan mutfağa girdi.
Hemen karşımızda olan beyaz mobilyalı odaya girdik. O kendini koltuğa atarken ben ne yapacağımı bilemez halde duruyordum.
İsmini bile bilmediğim, tanımadığım biriyle nereye gelmiştim ben? Kalbimin çarpıntısı hissedebileceğim kadar çok artmıştı. Bir an önce gitmek istedim buradan. Böyle bir yanlış yaptığım için kafamda kendimi suçlayıp duruyordum.
Bir şeyler söylemek için ona baktığımda tek kaşını hafifçe kaldırarak bana baktı.
"Otursana. Bütün gece o tahtanın üzerinde oturmaktan yorulmadın mı?"
Hayatımın en kötü senaryosunu dün görmemiş miydim ben? Kimsesiz ve çaresiz, acınası bir insan haline gelip ölmek istememiş miydim? Gittiğimde ne olacak? Aynı senaryoyu baştan oynayacağım muhtemelen.
Yeni bir senaryo. İyi mi kötü mü belli değil. Ama bir umut vaadediyor. Belki bir kez olsun, yaşamak için gururumu unutmalıyım.
Derin bir nefes aldıktan sonra kurumuş dudaklarımı ıslatıp konuşmak için araladım.
"Lavabo ne tarafta?"
***
Musluğu soğuk tarafına çevirip sonuna kadar açtıktan sonra avucuma su doldurarak suyu yüzüme çarptım. Bunu birkaç kez yaptıktan sonra yandaki işlemeli havluyla hafifçe yüzümü duruladım. Aynada kendime baktım, dağınık saçlarıma ve şişmiş gözlerime.
Günlerce süren ağlamalarım gözlerimdeki şişliğin inmesine bir türlü izin vermiyordu. Vücudumdaki susuzluk dudaklarımda yaralara neden olmuştu. Bir süre o halime baktıktan sonra saçlarımı toplar gibi yapıp sırtıma doğru saldım. Kaşlarımı işaret parmaklarımla yukarıya taradıktan sonra tekrar içeri geçtim.
Koltuğun kenarına yaslanmış, gözleri kapalıydı. Çoktan derin uykuya geçmişti. Gece uyuyamadığını anlamak zor değildi.
Oturma odasından çıkıp mutfağa geçtim. Hala ablası olup olmadığından emin olmadığım kadın ocağın başındaydı. Beni farketmesi için "Yardım edeyim mi?" diye sordum.
"Aaa!" dedi gülümseyerek. "Tabii, et." diyerek sandalyeyi işaret etti. "Otur."
Ocağın altını kıstı. Yanımdaki sandalyeyi çevirerek bana dönük bir şekilde oturdu.
Gülümsemesi hala yüzündeydi. Söze ben başlamak istedim.
"Uyumuş. Koltukta uyumuş." Bir an ne diyeceğimi şaşırmış olduğum için utanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AKŞAM ESİNTİSİ
Lãng mạn"Dizlerinde kalırsın bir akşam vakti, soluklarına uğrarsın, kısılmış gözlerine. Geçersin geçersin geçersin, gökteki tek yıldızdan üşüyerek. Görüyorsun değil mi, ne kadar inceldi kent? Ansızın bir kent daha görünecek. Bak işte, duyuyor musun? Öpüldün...