İyi okumalar.Bazı zamanlarımız olurdu. Bir şeyi, bir eylemi yapmak asla içimizden gelmez ve sıkıntı çekmemize sebep olurdu. Sanki yaparsak bir şey olacaktı ve biz bunu hisseder, vazgeçmek için çabalardık. Kaçardık. İyi bir şey olması için dua eder, ya da sadece umardık. Elbet zamanın sonunda o kaçtığımız, içimizde daimi yerini koruyan sıkıntı tekrar ortaya çıkar ve başımıza gelmesi gereken şeyi hislerimizle onaylardı. Ve derdik ki, 'Biliyordum! Hissetmiştim.'
İşte tam o anlardan bir tanesindeydim.
Gardrobumdan çıkardığım kıyafetlerimi yatağımın üzerine koyduğum bavuluma sırayla yerleştirirken -telefondan hoparlöre aldığım en yakın arkadaşım- Nora'nın rastgele söylendiği şeyleri dinliyordum. Her zamanki gibi konuştumu susmak bilmiyordu ve ben buna alışmıştım işte. "1 gün kala haber verilir mi canım ya!? Erkenden haber verselerdi spa ve güzellik salonu için aldığım randevuları iptal ederdim. Resmen mükemmel öğrenci hayatı düzenimi bozuyorlar." Demişti sinirle. Ben ise dediğiyle sırıtıp makyaj masamın üzerindeki şeyleri de küçük çantama doldurmaya başlamıştım.
Kısa bir 'aynen' ile onu onaylayıp bir kaç şey daha eklemiştim bavuluma ve böylece artık bitmişti. "Nora..." Dedim mızmız bir ses tonuyla kendimi yatağa bırakırken. "Canım hiç gitmek istemiyor, içimde kötü bir his var sanki."
O ise hâlâ güzellik salonuyla ilgili şeyler zırvalıyordu. Beni dinlemediğini anladığımda homurdanarak yatağın üzerinde döndüm ve telefonu yüzüne kapatıp tekrar yatağa uzandım.
Okulumuz, yıllar sonra tekrardan bir gezi düzenlemeye karar vermişti. Sadece son sınıflar için olmasının yanı sıra, bir kamptı. Slovezia adlı dağın tepesinde, sınavların yaklaştığı bu dönemde stresimizi atmamız için hazırlanan bir etkinlikti. Zorunluydu ve katılmayanlara kısa süreli cezalar veriliyordu, sinir bozucu bir şekilde. Ne kadar mantıklı ve eğlenceli bir aktivitede olsa ben o dağa tırmanmak için fazla üşengeçtim işte.
Yattığım yerden biraz tavanı izleyip boş boş bakındıktan sonra uykunun tam yeri olduğuna kanaat getirip hazırladığım bavulumu kapatıp yere indirdim ve beni bekleyen yorganımın sıcacık kollarına kendimi teslim ettim.
**
Sabah gözlerimi yine tavana karşı açtığımda aklımda pek bir şey yoktu. Nasıl geziyi ceza almadan asabilirim yada nasıl -mükemmel bir oyuncu gibi- hasta numarası yapabilirim gibi şeyler düşünüyordum. Gitmek istiyordum elbet, ama yinede bir şeylerin yanlış gitme olasılığı fazlasıyla ürkütücü geliyordu. Uzanırken aklımdan bir sorun çıkma olasılığını bile hesaplamıştım ve Tanrım! %68 resmen kaos demekti.
Bu zamana kadar her zaman sorunları halleden ve bir daha açılmaması için üzerine çimento döken türde bir insan olmuştum. Dolayısıyla sorunların oluşmaması için sorumluluklardan da kaçmak gerekiyordu ve bu epey bir uğraş gerektiriyordu bana göre.
Banyoda bir süre ayılmayı bekledikten sonra günlük, rutin işlerimi halledip mutfağa geçtim. Buzdolabını karıştırırken canım anneciğimin daha uyanmadığını anlamıştım çünkü her zaman ki gibi kurulu bir sofra karşılamamıştı beni. Ve gezide de 5 gün geçireceğimi düşünürsek 'anne kahvaltısı'nı bayağı özleyeceğim gibi görünüyordu.
Ayak üstü kendime bir sandviç yaptım ve hemen yiyip annemin benim için hazırladığı paketi aldıktan sonra odama geri döndüm. Üzerime basit bir pantolon ve kazak geçirdikten sonra aynanın karşısında saçlarımı tarayıp bavulumla birlikte evden çıktım.
Hava sohbaharın getirdiği hazla hafif hafif esiyordu ancak soğuk bir esinti değildi bu, ılık ve vücudunuzu her zaman okşamasını isteyeceğiniz bir esintiydi. Saçlarım uçuşurken gülümsememe engel olamamış ve bavulumu yanıma çekip gökyüzünü izlemeye devam etmiştim. Kısa süre içinde de servis hemen önümde durmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Slovezia
AdventureAma daha sonra bir şey oldu. Bedenim sarsılmaya başladı. Bedenimle birlikte zihnimde sarsıldı ve birden görüntü kayboldu. Karanlık kollarını bana açtı, aydınlık ise kendisini yiyip bitirdi.