İyi okumalar..Sabah oluyordu.
Yaşamayı bilmeyen, gülmeyi bilmeyen bu kasabada sabahın olması sadece açılacak olan balıkçı tekneleri için bir anlam ifade ediyordu o da Jungkook'un duymak istediği bir anlam değildi.
Hep derin bakardı. Çoğu zaman alay konusu olsa da hep bakış açısı farklıydı. Herkesin gördüğünü görse de onlar gibi bakamazdı. Bunu yaparsa için de bir yerlerde sahip olduğu ses onu uyarırdı. 'Bu sen değilsin! ' derdi.
Serin havanın içeri girmesi için araladığı perdesinin arasından kamerasına kaydetti bir kaç kareyi. Açılan teknelerin görüntülerinden haberleri yoktu.
Ne çok şey kaçırıyorlardı.
Pozlara bakıp içlerinden bazılarını elerken aniden önüne gelen fotoğrafla kaldı. Silinmesi gerekiyordu. Fakat için de bu kasabada çoğu kişide olmayan bir şeyi barındırıyordu.
Pembe dudaklarda ve kısılan gözlerde gezdirdi bakışlarını. Öylesine gülmüştü ki, kendisini tutamadan kendi dudaklarına da yerleşmişti bir kaç saniye sonra.
Tişörtünün omzu kaymış, uzun saçları dağılmış, gülümserken gözleri kapanmıştı neredeyse. Sanki güneş onun yüzüne bilerek yansıtmıştı ışıklarını. Kendisi de fark etmemişti onu çektiğini ama asıl amacını gercekleştirip dağın, o an gözüne hoş gelen, görüntüsünü çekseydi bu güzelliği kaçıracağını düşünüp pişman olmadı.
Kendisini yatağına atıp sırt üstü uzandı. Yine olmuştu. O gelince, diğerleri önemini yitirmişti gözünde. Hep en güzeli bulup, çekerdi. Fakat onu gördüğünden beri önemini yitiren bir çok manzara yüzünden sıkıntı çekiyordu.
En kötüsü ise; onu hep görmek istemesiydi.
---
Üzeride beyaz tişört, siyah pantolonu ile kasabanın pazarında geziniyordu. Fazla kalabalık değildi fakat güzeldi. Satıcıların asık suratlı olduklarını var saymazsak oldukça güzel bir yerdi. Elindeki boncuk işlemeli kolyede parmaklarını gezdirip işlenilen sanatı inceledi. Yeşil boncuklar kırmızıların üzerinden geçmiş gülü saran bir yılan görünümü vermişti.
Ücretini öğrenmek için başını kaldırdığında ise öylece kaldı. Onu her gördüğünde gerçekleşen tüm evreler vücudunda can bulurken daha sabah içinden fark etmeden övgüler yağdırdığı gülüşü yüzüne yerleşmişti. " Beğendin mi? "
Sesi kulaklarına dolduğunda bir kaç turistin aldığı anahtarlıkla ilgilenip kendisine dönüşünü bekledi. Uzun saçlarına geçirdiği bandana onu daha güzel yapmıştı. Sadece yüzü bile turistlerin tezgaha ilgisini arttırıyordu.
Elinde olmadan içinde yükselen duygularla kamerasını elinden bırakıp çocuğa döndü. Elindekini uzatıp küçük bir pakete sarmasını beklerken hiç konuşmadı. Alıp parasını uzattığında ise çocuğun pembe alt dudağını ısırıp kafasını iki yana sallamasıyla duraksadı. Alnına düşen saç tutamlarının ayrılıp şirin görüntüsüne kendisini kaptırmadan paketi aldı.
Yeni gelen bir kaç müşteriyle ilerlemek zorunda kalışıyla uzaklaştı. Fakat sonraki tezgahlardan hiçbir şey almadı. Elindeki boncuk işlemeli anahtarlıkla kıyıya ilerleyip pantolonunu düşünmeden kumlara oturdu. Gün akşama vuruyordu ve pazarda geçen vaktinden haberi olmamıştı. Ertesi gün buradan gidecek olması ve içinde bulunduğu ruh hali hoşuna gitmediğinden biçimli kaşlarını çattı.
Parmaklarını boncuklarda gezdirip el emeği olduğu belli olan yılan işlemesine baktı uzun uzun. Hayranlığını kendinden de gizleyemedi bu sefer. Her anlamda kendini etkileyen Taehyung'a karşı bir şeyler hissediyordu.
- Beğenmiş görünüyorsun.
Yanındaki siyah sandaletlerle irkilsede belli etmedi. Kafasını sallarken bol pantolonu ile yanına kendisi gibi oturan çocuğa güneşin son kırıntılarıyla baktı.
Çok güzeldi.
Elindeki mor boncuklarla işlenmiş kalp şeklindeki anahtarlığı kendisine uzattığında anlamaz bakışları ellerine yöneldi.
- Aslında senin için bunu yapmıştım. Tezgaha koymamıştım, eğer görürsem verecektim. Ama karışma çıktın yine.
Elindeki kalbi alıp beğenisini gizlemeden parmaklarını üzerinde gezdirdi. " Yapmak..zor ve zaman alıcı olmalı."
- Öyle.. ayda bir tezgah açarım. Baksana parmaklarım delik deşik oluyor yaparken. Hala büyükannem kadar iyi değilim.
- Büyükannen?
- Evet, beni büyüten kişi. Gülmeyi bana o öğretti.
Yaralarla dolu ellerine kayan bakışları kendisine döndüğünde gülümsedi Jungkook. Bu akşam farklı bakıyormuş gibi hissetti etrafa. Çocuğun hemen yanında duran bedeni kendisine öyle bir mutluluk veriyordu ki.
- Güzel öğretmiş...
Elindeki mor kalbi avuçlarının arasına alırken kendisine dönen güzel gözleri utanmadan karşıladı. Hep doğruları söylerdi, hep güzeli sevdiği gibi.
Güzellik göreceliydi belki ama Taehyung bir sanat gibiydi. Güzelliğini çoğu kişi görebilirdi.
- Belki de güzel öğrendim.
Pembe dudaklar çok yakınındaydı şimdi. Geçen gün üzerine düşen bedeni ise sıcaklığını hissettirecek kadar yakınında. İstemsizce avucundaki kalbi sıkarken boştaki elini pürüzsüz gözüken güzel yüze değdirdi.
Nasıl bu kadar girmişti yakınına...
Nasıl doldurmuştu, aç bir şekilde güzellik arayan gözlerini...Bilmiyordu. Yanağında tuttuğu eli kaydırıp çenesini kavrarken de bir şeyler tam değildi. Pembe dudakları kendininkilerle kapatırken, yararla dolu parmakların yakalarına tutunduğunu hissetmişti. O an için bulunduğu yeri, konumunu, gidecek olmasını bile düşünmedi. Öylece tutunduğu dudakları kendininkilere hapsedip, içinden bir şeylerin yükselmesine izin verdi. Nefeslenmek için ayırdığı dudaklarını tekrar bastırdı onunkilere. Ensesine kayan tutuşu, uzun saçların parmaklarının arasına girişi onu hoşnut ederken elinin altındaki tene dokunmanın böyle hissettirmesi garip geliyordu.
Nefesini toparlamak için ayrıldı ondan. Ensesindeki eli hâlâ yerini koruyor, kaçıp gidecekmiş gibi bırakmıyordu. Nefeslerinin arasından gülümseyerek söylendi. " Çok güzel...çok güzel öğrenmişsin."
Hâlâ açılmayan kirpikleri izlerken titreyerek açılışını izledi. Alt dudağını yalayıp onu cevaplarken bile çok yakınındaydı. " Sen böyle güzel bakmayı nasıl öğrendin peki?"
Sorusu kendisini gülümsetirken tatlı bir sızıya neden olmuştu az önce öpmekten kızaran dudaklarında. Yanağına getirdiği elinin baş parmağını yavaşca gezdirirken çenesine bir öpücük kondurdu kendisini durduramayarak.
" Seni izlerken öğrendim. "
Alnının ona yaslanmasıyla çocuğun utanan ifadesi çıkmıştı ortaya. Bunu beklememişti. Daha da hayran kalacağını kestirememişti.
Aradan geçen dakikalar sessizdi. Hâlâ yakınlardı, sıcaklıkları sarmıştı birbirlerini. Sessizliği o an aklına gelenlerle Jungkook bozdu. Yaralarla süslü parmakları kendisininkine hapsedip, öpücük kondurdu ve hevesle çıkan sesini engelleyemeden konuştu.
- Benimle gelmek ister misin?