"Nereye gidiyorsun hoseok?"
Ellerimi yumuşak ellerinden mahrum bırakan adımlarını nereye atıyorsun? Kanatlanmış havaya süzülerek, beni bırakarak nereye gittiğini sanıyorsun? Bırakmasan olmaz mı, hep yanım da kalsan. Saat 4 oldu? Sen neredesin?Terlemiş alnımı soğuk ellerimle sildim. Onu gördüm, rüyamda özgürlüğe sandığı bir yola gidiyordu. Ama bilmiyordu ki benim yanım asıl özgürlüktü. Bilmiyordu ki onu huzura kavuşturacağımı, yanlız bırakmayacağımı, koruyacağımı. Bilmiyordu.
Toprak ve nemin yüzüme temas ettiği yağmurlu yoldan, hayatımı sorgulamamda yardım eden müziğin kulaklıktan kulağıma yaydığı atmosferin eşlik ettiği hızlı adımlarım geçiyordu. Bileğime kadar ıslanmış çoraplarımın yünlü botumda çıkardığı sesi duyamamış olmam, ayaklarımın ıslaklığını hissedemememi engellemiyordu. Çıngırdayan zili harakete geçirecek olan kapıya dokundum ve ittim. Konuşmaların yarattığı uğuldamalar bir anda kesildi ve çeşitli yüzler bana doğru döndü. İşte bu yüzden insanlarla bir arada olmaktan, sohbet etmekten, kalabalık ortamda bulunmaktan nefret ederim. Sanki bir şey varmış gibi suratıma çokça bakarlar, incelerler beni.
Arkamı döndüğüm gibi hışımla çıktım kafeden. Yine hayatımı sorgulatan o müzik oynuyordu. İçime seslendim.
"Onda ne buluyorsun bu kadar?" Gerçekten neydi beni ona çeken? Saçları mı? Hayır. Gözleri mi? Hayır.
Peki ya nefesi mi? Hayır. Beni ona çeken şey gülüşüydü. Yüzüme tokat hızında çarpan ama kaz tüyü kadar gıdıklayıcı ve yumuşak hisettiren gülüşüydü beni cezbeden. Gözlerim onu aradı. Etrafıma susamış köpek gibi bakmamı, sararmış göz altlarımın üstünde ki siyah soluk boncukların etrafı gezmeye çalışmasını sağladı. Aradığım o gülüş neredeydi?Şirketin önüne ne zaman geldiğimi anlamaya çalışıyordum. Taki yine o sıcaklığın omzumla temas haline girdiği zamana kadar. Gelmişti. Siyah incilerimi parlatmaya, onun gülüşüne karşılık benim gülüşümü istediği için gelmişti. Arkama baktım. O kahve kokusunun tekrar yüzüme vurmasını istiyordum. Yaklaştım. Yaralı dudaklarımı izleyen boncuklara baktım. Kabanlı büyük ve zayıf gövde geriye doğru gitti. Kafamı kaldırdım. Kendimi gülüşüne kaptırdığım buradaydı."Neredeydin?" 1 hafta önceki olan herşeyi unutmuş ruhumla sorumu düşünmeden sordum. Cevabımı alamadım. Gitti. Rüyamda ki gibi. Huzurun ben de olduğunu bilmeyerek gitti. Bir dakika. Ya ben de gerçekten de huzur yoksa. Ona verebilcek bir sevgim, gerçekliğim, bedenim, dudaklarım. Yoksa.
Arabasına doğru koştum. Siyah film ile kaplanmış camın ardından gülümsüyordu. Etraf ne kadar karanlık olsa bile inci tanesi dişleri bana hep güzel gözükecekti. Güldüğünde kaybolan siyah boncukları, hep gözükecekti. Bana eliyle arabaya gelmemi söyledi. Aşk bana bunu mu yaptırıyordu yoksa? Düşünme yetimi kaybettirmeyi mi sağlıyordu. Kırmızı kafesle kaplanmış olan kalbimin anahtarıydı belki de. Kapıyı açmam ile yine o kahve kokusunun yüzüme temas etmesi bir oldu. Sıcaktı. Tıpkı kalbi gibi. Güzel kokuyordu, tıpkı nefesi gibi. Yumuşacık koltuğa oturdum. Uzun zaman sonra bindiğim özel bir arabaydı.
"Üşümekten korkmuyor musun?"
Ben hayattan korkarım Hoseok. Hayatın bana yaptığı kötülüklerden korkarım. Bana tattırdığı acılı hislerden korkarım. "Hayır, pek sanmam." Kaz tüyleri kadar yumuşak ellerini benim sert, katı yanaklarım da gezdirmeye başladı. Çeneme, oradan da kuru, nemsiz dudağıma dokundurdu. Ne yaptığını o da bilmiyordu. Ve istediğimi de. Onun ellerini yüzümde istediğimi, bilmiyordu.
Derin nefesler alıp verdim. Dönüp de ağır laflar söylemeye kıyamadığım yüzüne yaptıkları yüzünden eğdiği yüzüne çıkışacaktım. Yapmadım. Yapamadım. Gitmesini istemediğim renkli ruhluma yapamadım. "Neden?"
Kafasını hızla bana doğru döndürmesinin nedeni içime doğru çekilen sesim mi yoksa sorum mu anlayamadım. Ama tuhaf olan bir şeylere verdiği tepki her halinden " Neden mi?" diye bağırıyordu zaten.
"Beni istiyorsun, biliyorum. Ama olmaz, sen ve ben farklıyız. Zengin bir adamın oğlu ve yetim öksüz bir çocuk. Sen ve ben olamayız Hoseok. Üzgünüm. Hoşçakal."Yüzüme vuran beyaz ışık ve sonra kararan gök yüzü. Görüşürüz derken kastettiğim şey dünyadan göçmek değildi. Hala kalmak istiyordum hayatın bana yaptığı şeylere rağmen. Hala tutunmak için bir dal arıyordum kendisinde. Bir umudum vardı, ufacıkta olsa. Kapının yerinden kopup beni sürüklemesiyle yola savrulmuştum. Gördüğüm karartının nedeni bir kapımıydı yani? Sonumu sevdiğim adamın arabasının kapısı mı getirmişti. Bir nevi o mu bana zarar vermişti. Sevdiğim, sevgilim. Onun yumuşak ellerinden mahrum kalan bendim. Rüyada ki giden kişi o değil bendim. Huzuru onda bulmayan bendim. Saatin 4 olduğu zaman hâla yanın da olmayan bendim. Giden bendim. BEN
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeis ↵sᴏᴘᴇ ғɪᴄ
RomanceEllerin. Sıcak veya soğuk tam olarak ısısını kestiremediğim tenim. İçime çekilen ruhum. Ve sen. Yaralı boynum. Yaralı kalbim. Senin o gülüşün. Ve yeni kavuştuğum onarılmış bedenim. Dudaklarımın arasında dans eden dilin. Yuvasından fırlayacak olan si...