Yazılış Tarihi: 15.08.2014
Saat: 23.15
Kulübe
Yine sabahın köründe uyanmıştım. Aslında sabahın kör bir vakti yoktur ki. Sabahı, güneş temsil eder. Ağaçların kimi zaman yemyeşil kimi zaman sapsarı yaprakları ile donatılmış dallarına konan kuşlar temsil eder. Kör değildir sabahlar. Rengarenk cıvıl cıvıldır.
Mavi gibidir sabahlar. Mavi gibi bir hali vardır.
Hızla hazırlanmış kapının önünde beni bekleyen beyaz küçük arabama doğru yola koyulmuştum. Okulumu bitirip işe başlar başlamaz bu arabayı almıştım. Ailem beni, ben liseyi bitirmiş üniversiteye başladığım zaman beni bırakıp gitmek zorunda kalmışlardı. Diğerlerinin yanına. Ölenlerin yanına...
Saate bakıyorum. 07.25'i gösteriyor saatim. Her zaman kullandığım yolu kullanmak aptallık olur. Yalnızca beş dakikam var. Yol ise 15 dakikalık. Böyle durumlarda kullandığım orman yolunu kullanmak aklıma daha yatkın geliyor ve hızımı biraz daha arttırarak orman yoluna sapıyorum. Sessiz ve kimselerin olmadığı bir yol.
Arada nadir rastalanan yıkık eski evler var. Ama onun dışında yol bomboş. Saatime tekrar baktığımda zamanın yalnızca 2 dakika ilerlediğini görüyorum. Zamanımın daha -3 dakika da olsa- olduğunun farkettiğim anda gayet yavaş ve ormanın sesini dinleyerek gidiyorum. Ancak daha sonra koyu yeşil ağaçların arasında beliren ve bu yolu haftada en az bir kez de olsa kullanmama rağmen daha önce hiç fark etmediğim mavi telefon kulübesi dikkatimi çekiyor.Kulübe en fazla 30 metre uzağımda ve yaklaştıkça içinden gelen sesler beni ürpertiyor.
Kulübeye yaklaştıkça yavaşlıyorum. Ve telefon kulübesinde telefon çaldığını fark ediyorum. Ancak kendimi tutamıyorum ve arabamı bu ıssız ormanda bulunan bu kulübenin önüne park ediyorum. Arabadan inmekte tereddüt ediyorum. Telefon kulübesindeki bir telefon nasıl çalabilir? Kartlarla kullanılan bu telefonun bir numarası bile yok ki. İşin tuhaf ve korkutucu yanı ise, telefon kulübesinde bir kart yok!
Her ne kadar paniklesemde vakti umursamıyor ve cesaretimi toparlıyorum. Kulübeye giriyorum, ve telefonu kulağıma götürüyorum. Resmi bir dille adamın birisi, "Merhaba Bayan Woold," diyor. "Mily Woold değil mi?"
Biran nefes almak benim için hayattaki en zor şey kadar güçleşiyor. Çünkü adam, benim adımı söyledi. Ikinci garip olay.
"Adımı nereden biliyorsunuz?" Diyorum. Yarı kekeleyerek. Yarı boğuk bir sesle.
"Kız kardeşin, Emily Wood nasıl? Bu sabah ona, 'Hoşçakal, ' demeden çıktın?" Diyor sorduğum soruyu umursamazca. Dizlerimi ayakta tutmaya yarayan şey, ayaklarım birden güçsüzleşiyor. Yaşadığım şok kaldırabileceğim türden bir şey değil. Dizlerimdeki tüm kan adamın söyledikleriyle çekiliyor ve yere yığılıyorum. Dizlerimin üstüne oturuyorum çünkü kalkacak cesareti kendimde bulamıyorum. "Bunları nereden biliyorsun? " diyorum sert bir şekilde. Adam yine beni umursamıyor. "Oysa onun yanağına bir öpücük bile kondurmamış olman ne kötü. Bir dakika. Daha kötü olan ne biliyor musun Woold? Bir daha bunu yapamayacak olman." Diyor.
Kardeşimin evde uyuduğunu biliyorum. "O evde uyuyor. Yarın sabah bunu yapabilirim." Diyorum.
"Emin misin?" Diyor. Ayağa kalkıyorum. Birden damarlarıma buz gibi kanın bırakıldığını hissediyorum. "Şimdi arabama biner eve giderim. Ve onun orada uyuduğunu görebilirim tamam mı?" Diyorum.
"Dön de bak arkana. Araban hala orada mı?" Diyor ve bir kahkaha atıveriyor.
"Hayır! Ama bu nasıl olabilir? Buraya bırakmıştım. Neden bana bunu yapıyorsun?"
"Eve nasıl gideceksiniz Bayan Woold? Ya da Emily Woold'un cenazesine mi demeliyim?"
Cevaplayamıyorum. Arabam yok ve Emily'i öldürdüler. Başıma hafif bir ağrı, bir bıçak gibi saplanıyor ve mavi kulübenin içine yığılıyorum. Uyandığımda kendimi kardeşimin cenazesinde bulmaktan çok korkuyorum.
Ama hayat, beni bir kez daha korkularım ile yüzleştiriyor. Herkes korkularıyla yüzleşmek zorunda değil mi?
maviliserenay
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafamın İçinde Uzay Var
Short Story"Kafamın içinde uzay var." dediğim zaman ne demek istediğimi anlamazlardı. Oysa bu mecazi cümle tanımlıyor ancak zihnimi. Kafamın içinde galaksiler var, gezegenler var. Karadelikler, yıldız kümeleri... Belki de ben her güne farklı biri olarak uyanı...