Yanımda oturan Minhee teyzenin bacağını okşadım. Bu, ben yanındayım demek anlamına falan geliyordu. Burun çekişini duyduğumda üzgün bakışlarımı halıdan kaldırmış ve ona bakmıştım. Ağlamaktan helak olmuştu.
"Daha fazla ağlama, Minhee." Ona adıyla seslenmem için bana rüşvet teklif ettiği günden beri isminin yanına teyze eklemeyi kesmiştim. Güzel bir paraydı.
"Eminim Rodie bu halini cennette seyrederken oldukça üzülüyordur." Kafasını sallayarak trajik şekilde beni onayladıktan sonra ayaklandı ve karşı koltukta öylece oturan başınız sağ olsun, misafirlerinin yanına adımladı.
Herkes siyah giysiler giymişti. Benim bu cenazen haberim olmadığı için... Doğrusu üzerimdeki turuncu kazak, henüz kafamdan çıkarmaya fırsat bulamadığım mavi bere, anneme söz verdiğim için boynuma doladığım kırmızı atkı ve kot pantolonumun üzerinden dizlerime dek çektiğim gökkuşağı baskılı çoraplarımla- Pardon, unutmadan rozetlerle dolu kot ceketim de vardı tabii, pek..renkliydim. Zaten bu yüzden şu teyzeler topluluğundan büyük bi linç yemiştim. Ama Minhee'ciğim onlara beni ayıplamamalarını söylemişti. Evde kalırsam onunla evleneceğim kesinlikle doğruydu.
"Biliyor musun," Minhee'nin buruk sesini duydum. Hafifçe gülümsemiş ve tekrardan konuşmaya başlamıştı. Sesi kısılmıştı ve çatlak çıkıyordu.
"Bana onu hatırlatıyorsun." Gözlerim kafa karışıklığıyla hafifçe kırpışmaya başlarken neden bahsettiğini anlamam pek de uzun sürmemişti. "O da çok renkliydi." Tanrım! Elbette renkliydi. Çünkü, hadi ama! O bir papağandı. Evet- Evet Papağan Rodie'nin cenazesindeydik.
"Şey.." diye mırıldandım. Tamam, az önce üzgündüm. Ne de olsa o da bir canlıydı, benden nefret ediyordu. Üzgünüm Bay Rodie ama ölmüş olsanız da kafamı gagaladığınızı asla unutmayacağım. Ama şu an gülmemek için kendimi sıkıyordum. Beni, beni bir papağana benzetmişti. Pekala, Minhee. Şu evlilik meselesini bir kez daha düşüneceğim.
"Teşekkür ederim, Minhee." diyebildim yalnızca. Daha sonra yeniden gözleri doldu ve yaşlandığı için seyrekleşmiş mavi saçlarıyla yüzü örttü. Bunu atlatması hayli zor olacak gibiydi. Eşi yıllar önce ölmüştü ve arkadaşı da şu sinir bozucu Rodie'ydi işte. Ah, özür dilerim Rodie. Huzur içinde uyu.
"Konuşma yapacağım birazdan. Jeongguk, rica etsem misafirlerimize sıcak çay yapar mısın, tatlım?" Üst dişlerimle alt dudağımı ezerken kafamı sallayıp onu onaylamıştım.
Mutfağa doğru giderken kulağıma dolan bildirim sesiyle elimi arka cebime atıp telefonumu çıkardım. Seungwa, Minhee'nin sosyeteyze (bu sosyete ve teyzenin küçük bir birleşimi) arkadaşlarından birisiydi, Instagram hesabına Bay Rodie'nin fotoğrafını atıp altına, "#ripmrrodie" yazmıştı. Kendini bana zorla takip ettiriyordu tamam, sorun yok fakat bu paylaşımları beni benden... alıp götürüyordu işte.Telefonumu yerine koyup çekmeceleri karıştırdım ve aromalı siyah çayı bulup tezgahın üzerine bıraktım. Saçma derece etnik olan çaydanlığı suyla doldurduktan sonra kaynaması için ocağa koydum ve ufak bir yanıkla Minhee'nin bozuk ocağını çakmakla yakarak bu işi de bitirdim.
Çay fokurdamaya başlarken telefonumu zaman geçirmek için elime almıştım ki duyduğum gürültüyle kaşlarımı çattım. Doğru ya! Bugün aşağı katı kiralayan gerçek ev sahibi buraya, eve gelecekti. Evin kira işlemlerini halletmesi için kendi gelmek yerine bir başkasını yollamıştı ve bu onu tanımasam dahi bende antipatik bir önyargı oluşturmasına sebep olmuştu.
Ses daha da yükseldiğinde bu sesin çalan bir müzik olduğunu yeni algılayabiliyordum ve, Tanrı aşkına! Minhee delirecekti. Kıyameti koparacaktı. Bay Rodie'nin cenaze töreninin gerçekleştiği binada saygısızca müzik dinlenmesi mi? Hem de gürültülü şekilde. Tam bir fiyasko, olarak adlandırırdı Minhee.
"Benim ufak bir işim var. Çay kaynamak üzere, hemen döneceğim. Bir sorun çıkarsa seslenmen yeterli!" Minhee'ye söyleyip kapıya çıktıktan sonra botlarımı ayağıma geçirip üstüm başımın dağılmış olmasını umursamadan merdivenleri hızla inmeye başladım. Zamanım olsaydı korkuluklara popomu dayayıp kayarak inerdim ama her yapışımda sakatlanmaktan ucuz kurtuluyordum ve Minhee aynen şöyle söylüyordu "Ulu Tanrım, Jeongguk! Kalp krizi geçireceğim, uslu dur."
Basamakları sayarak aşağıya indiğimde yeni kiralanan kapıyı tıktıkladım. Çok ses vardı ve gürültüden ölesiye nefret ediyordum. Kulaklarım acımaya başlamıştı. Yüzümü buruşturup kapıya daha hızlı vurmaya başladım. Bir yandan da "Hey! Müziğin sesini kısar mısınız!?" diye bağırmayı ihmal etmiyordum.
Tam 4 dakika 16 saniye boyunca kapıya vurmaya devam ettim. Sinir krizi geçirmeme küçük bir arpa boyu kadar kalmıştı ve- Ve aşırı öfkeli hissediyordum. Daha buraya yeni taşınmış kiracının tekiydi, şu metal bilmem ne zımbırtısını sonuna kadar açık sesle dinleyerek genç ve tecrübesiz olduğunu ortaya seriyordu hem de Bay Rodie'nin naaşına saygısızlık ediyordu! İnanılır gibi değil, bir de kapıyı açmaması da vardı tabii. Sinirle soludum.
"Hey, ne oluyor ya? Gelmesem az daha kapıyı kırıyordun." Ağzım şaşkınlıkla aralanırken tam olarak neye böyle şaşırdığımdan emin değildim ancak karşımda dikilen adam bana şaşırmak için fazlasıyla geçerli nedenler sağlıyordu. Bakın işte, buna çok emindim.
Benden neredeyse 12-13 santim uzun olan, bence bu devasaydı, boyuyla karşımda öylece duruyordu. Uzun kahverengi saçları en az benimkiler kadar dağınık görünüyordu ve gözlerinin altı morarmak üzere gibiydi. Gözleri çok güzeldi. Beni uyuz etmişti ama doğruya doğru, gözleri sahiden çok güzeldi. İri ve nasıl oluyorsa; çekik. Yüzüne tam oturmuş kaydırak burnu üzerindeki ben ve burnu altındaki dolgun iki et parçasını ağzım açık izlerken aşağıya kayan bakışlarımla yanaklarımın ısındığını hissettim.
Adam iç çamaşırıyla duruyordu ya!
Esmer teninden gözlerimi zorlukla çektiğimde yüzüme boş boş baktığını görmek ve sonradan uğultu olmaktan çıkan hâlâ son ses açık müzik sesiyle kızgın halime geri döndüm.
"Ya! Kıssana müziğin sesini! Yukarıda cenaze- Cenaze var yukarıda. Utanmıyor musun böyle bir saygısızlık yapmaya sen?" Her sinirli olduğumda baş gösteren gevezeliğimi kendimi sıkarak durdurmayı başardığımda buna eş zamanlı olarak alt dudağımı ısırmaya başlamış ve çatılı kaşlarımla bakışlarımı olabildiğince sert tutmaya çalışmıştım.
Karşımdaki genç adamın yüzündeki boş ifade yerini ufak bir gülümsemeyle yumuşattığında kaşlarımın havalandığını biliyordum. Ne diye gülümsüyordu şimdi?
Üzerimdeki kıyafetleri sanki bir disko topu giyinmişim gibi- Tanrım, dur! Zaten disko topu gibiydim. Olması gerekenden daha renkli bir disko topu hem de..
Beni yavaş yavaş inceledikten sonra dişlerini gözler önüne sererek gülmüş, dudaklarını araladığında konuşmak için hareketlenmişti ki işaret parmağım sihirli bir değnek gibi havaya kalktı, "Müziğin sesini kıs." diyerek onu yeniden ikaz ettim. Hızlıca içeri gidip dediğimi yaparak müziğin sesini kısmış ve geri dönmüştü. Küçük bir detay; hâlâ neredeyse çıplaktı.
"Ben Taehyung." dedi devasa boyuttaki elini bana uzatıp benim kendi elimi uzatmamı beklemeden yüzüklü parmaklarıyla parmaklarımı kavradığında şaşkınca onu izlemekle meşguldüm. Gözlerimin kocaman oluşu ony keyiflendirmiş gibi sessizce güldü ve kalın, hoş sesiyle mırıldandı.
"Ve sen de?" adımı söylemem gerektiğini o an anlayamamış gibiydim. Bay Rodie ölmüştü, cenaze evine gitmeliydim. Elim parmakları arasından yavaşça kaydığında arkamı dönerek merdivenleri koşmaya başlamadan önce, kendimde olmadan söyledim.
"Müzik- Müziği açma."
**
Of, nasıl buldunuz? Lütfen küçükçe bir yorumda bulunun. Ben kontrol bile etmedim.Fazla uzatmadan, umarım çok seversiniz, kalbinizde ufakça bir yer eder. Elimde bir tane bile ek bölüm yok doğrusu. Bu şimdilik burada kalsın, silebilirim belki ancak boşluğumda devam edeceğim büyük ihtimalle.
İyi geceler! ♡
(my dear next-door neighbor:
sevgili kapı komşum)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
all i want
Fanfiction"Tek istediğim kapımı çaldığını duymaktan fazlası değil." Bolca deli doluluk, pamuk şeker, Jeongguk'un absürt rüyaları ve onun İri Birisi'ne olan kahrolası sevgisini içerir. 231118 ▪ All I Want, Kodaline.