Belki de kader sınıyordu onları, en çok kim hak ediyordu aşkı...
2. BÖLÜM
İnsanın sağlığı yerinde olmayınca, saray neye yarar, araba neye yarardı. İnsanın huzuru yerinde olmayınca, para neye yarar, pul neye yarardı. İnsan sevilince kendine güveni gelir, üzülünce çökerdi. İnsanın en büyük serveti sağlıydı, gerisi zaten arkasından gelirdi.
Yere döşenen samanların üstüne atılmış muşamba ve onun üstüne sıcak tutsun diye atılan eski, parçalanmış halı... Kerpiç duvarın çatlamış kireç sıvasına çakılmış iri bir çivi, üstüne asılmış eski bir kalbur. Gıcırdayan tahtadan yapılmış miladı dolmuş bir makat ve üstündeki hastanın ağrılarıyla çökmüş gibi duran yayları gevşemiş eski bir yatak... Bir taş kadar ağırlaşan yün yastık... Yine poşetle kaplanmış ve soğuğu engellenmiş cam... İç gererek baktığı eve muhtaçtı...
Her gece çığlık eşliğinde korkuyla uyanmıştı genç adam... Her gece kızın çığlıklarından sonra yorganı başına çekip hıçkırarak ağlamasını sessiz bir hüzünle dinlemişti. Deli miydi? Yoksa dertli miydi? Neydi onu korkutan? Onu böyle üzen, insanlardan uzaklaştıran, ürkekleştiren neydi? Dudaklarını büke büke yüzüne oturan hüzün, kirpiklerinden ırmak gibi boşalan gece yaşları, saçlarına dokunan yaşlı kadının eline tepki veren acılı inlemeleri ve her kâbusun ardından bir haykırış kopukluğunda kahırlı bir soluk... Ver her kâbusundan sonra neden ağlayacak bir hüzünle bakıyordu annesi ona... Kederli kederli neden başını sallayıp arkasından hep dua ederek gözlerini kapatıyordu? Garip bir kızdı Cemre, abdestsiz gezmiyor, namazından geri kalmıyor, ara ara boş vaktinde Kuran-ı Kerim okuyor ve susup düğmesi kapatılmış bir androit kadar sessiz ve cansız halde eski kitaplarını okuyarak zamandan soyutlanıyordu.
Evin ortasına bazen beyaz bir çarşaf seriliyordu, beden hatları belli olmasın diye de üzerine eski bir perde atılıyordu. Ortaya bakırdan bir leğen konulup, ateş gibi olan güğümden bakraça ılıştırılmış suyla banyo yapıyordu. Buharı tüten suyla birleşen sabunun kokusu etrafı sararken arkasını dönüyordu Emre ona, o banyosunu yapana kadar, hatta üzerini giyip o örtüyü ortadan kaldırana kadar da bakmıyordu o tarafa. Ta ki yaşlı kadın "Dönebilirsin oğul," dine kadar.
Temiz titizdi, evde kirli hiçbir şey bırakmadan elinde yıkıyordu. Annesinin terlemesine bile müsaade etmiyordu. Hafta da iki kere banyo zamanıydı Emre için, yarası sıkıca sarılıp poşetle kapatılıyordu. Onun için soba yakılıp ısıtılan ahıra konan büyük bir alüminyum teşin içinde yıkanmasına izin veriliyordu. Öyle garipti ki orada banyo yapması, demir kovanın için ılıştırılmış suyu maşrapayla alıp başına döküyor, elinin içinde köpüren kalıp beyaz sabunla saçlarını sabunluyordu. Banyosu bittikten sonra akasını her seferinde Cemre temizliyordu. Ne zaman itiraz etse ona aldırmadan ve bir kere of demeden hizmet etmeye devam ediyordu. Sanki buna mecburdu. Emre her geçen gün onların merhametine hayranlığını bir kat daha arttırıyordu. Yine öyle bir gündü, henüz banyo yaptığı için üzerini değiştirip ısınmaya kaldıkları odaya gitmişti. Saatler geçmiş ama Cemre gelmemişti, sonra duvar dibinden o ses duyuldu. Sanki bir yerde radyo çalıyordu, ama bu evde ne televizyon ne de radyo yoktu ki? Peki o güzel ses nereden geliyordu.
Nereye gitsem gurbetimdir
Kimi sevsem hasretimdir
Felek duysun sitemimdir
Aman aman diye diye geçti ömrüm aman
Son yapraklar düşti düşecek
Son kuşlar da göçtü göçecek
Bir ömür böyle geldi geçecek
Aman diye diye yar diye diye canan diye diye hasretiyle geldi geçecek
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YURTSUZ (sancaktar çocukları-1)
General FictionMüjde Aklanoğlu'nun Kaleminden Kitap olarak en çok okunan Rüzgar ve Esme'nin oğlullarının hikayesi.... Kardeşinle her şeyini paylaşabilirsin, peki ya sevdiğini... Ardından ağıt yaktığım aşk; şimdi başka dudaklara göçebe... Köklerinden koparılıp lisa...