Aynı masadayız. Karşımda oturuyorsun, ama bana çok uzaksın Hermione. İlk şarkı çalıyor, insanlar dans ediyor. İkinci şarkı ve üçüncü şarkı, saymayı bırakıyorum. Sen Ron'a bakıyorsun, ben sana. Tuhaf, bana bir kere baksan seninle dans etmek istediğimi görürdün. Ben bir Slytherin'im sonuçta, cesur değilim. Her şeyin bana gelmesine alışığım. Ama sen çok zorsun Hermione. Gece ilerliyor o sırada yanıma Pansy geliyor. Ve aynı anda Seamus seni dansa kaldırıyor. Ne yaptıklarını anlıyor ve Pansy'ye gülümseyip onu dansa kaldırıyorum. Bir süre sonra Seamus eş değişimi diyor ve seni bana doğru itiyor. Ona hafifçe gülümseyip elimi sana uzatıyorum. İlk önce tereddüt etsen de sonra elimi tutuyorsun. Dans ediyoruz yavaşca, hiç konuşmadan. Şarkı bitiyor, gülümseyerek yerine dönüyorsun. Başka hiçbir şey olmuyor. Sen Ron'u izlemeye devam ediyorsun, ben seni. Gecenin en ilgi çekici olayı balonun sonlarına doğru oluyor. Alt sınıflardan bir çocuk çekingen bir şekilde masamıza yaklaşıp bana dönüyor,
"Profesör McGonagall seni odasında beklediğini söyledi. Portakal Çiçeğini çok severmiş."
"Neden beni çağırdığını söyledi mi?"
"Bunu soracağını tahmin ettiği için dedi ki herkesin içinde söyleyemeyeceği kadar önemliymiş."
"Pekala, geliyorum." diye mırıldanıyorum. Masadaki herkes gibi Hermione'de bana merakla bakıyor. Bende merak ediyorum bu kadar önemli olan şeyin ne olduğunu ama içimdeki his bunun kötü bir şey olduğunu söylüyor. Yol boyunca kendimi kötü bir şey olmadığına inandırmaya çalışıyorum. Kapıya geldiğimde parolayı söyleyip içeri giriyorum.
"Ah Draco, işte geldin."
"Neden çağırdınız Profesör?"
"Nasıl söylemem gerektiğini bilemiyorum Draco, bu çok zor bir şey." Bana bakarken gözlerinden hüzün geçiyor. Yutkunuyorum ve kendimi en kötü habere hazırlıyorum.
"Ölüm sevdiklerimizi bizden alır, bunu herkes gibi sende biliyorsun. Annen... Bir kaç saat önce Narcissa ölmüş Draco. Zaten hastaymış, sadece baban ve o biliyormuş."
"C-ciddi misiniz?"
"Bu işin şakası yok Draco."
"Ben gitmeliyim."
Cevabını beklemeden odadan çıkıyorum. Koşuyorum durmadan, gerçeklerden kaçıyor gibi. Büyük Salon'u geçiyor, dışarı çıkıyorum. Hızımı kesmeden gölün oraya gidiyor ve gözyaşlarımı serbest bırakıyorum. Hayatımda beni seven çok az kişiden biri ölüyor. Onu tamamen kaybettiğim düşüncesi ile daha şiddetli ağlıyorum.
Zaten hastaymış.
Annen ölmüş.
Ölüm sevdiklerimizi bizden alır.
Yanıma birisi oturunca irkiliyorum. Yanıma oturan kişinin o olduğunu gördüğümde ise gözlerim şaşkınlıktan büyüyor. Hemen toparlanmaya çalışıyorum. Ellerim ile gözlerimi silecekken beni durduruyor. Benim soğuk ellerimi kendi sıcacık elleri arasına alıyor ve bana bakarak konuşuyor.
"Nedenini bilmiyorum ama üzgün görünüyordun ve yanında olmam gerektiğini hissettim, tıpkı senin benim yanımda olduğun gibi. Eğer anlatmak istersen buradayım, tam yanında."
Derin bir nefes alıyorum ve anlatmak için ağzımı açıyorum. O ise elimi güven verircesine sıkıyor. Ona ne kadar ihtiyacım olduğu bir kez daha anlıyorum. Ve anlatıyorum,
"Annem.. Hastaymış bir süredir -hıçkırık- ve bu gece ö-ölmüş. -daha fazla hıçkırık ve gözyaşı.- Öldüğüne inanamıyorum Hermione.Gitti. Beni bırakıp gitti."
"Şş sakin ol. Ben yanındayım."
Ben yanındayım.
Belki onun için çok basit bir cümle ama beni o kadar rahatlatıyor ki o an. Sanki o gitmeyecek gibi hissediyorum. Kısa bir an sakinleşsem bile gerçekler çok geçmeden yüzüme çarpıyor. Annemin ölmüş olmasını düşünmek bile bana acı verirken bunun gerçek olduğuna inanmak o kadar zor ki. Başımı Hermione'nin boynuna gömüp ağlamaya devam ediyorum. Hiç sesini çıkarmıyor, sadece saçlarımı okşuyor. O şekilde saatlerce duruyoruz ve bunu güneş doğarken farkediyorum. Kendimi toparlamaya çalışarak ona dönüyorum,
"Ben özür dilerim Hermione, bu saate kadar yanımda kaldın."
"Özür dilemene gerek yok Draco. Yanında kalmak istedim sadece."
"Peki o zaman. Hadi artık gidelim, seni tüm gece merak etmişlerdir zaten."
"Tamam ama iyi misin şuan?"
"İyiyim."
Ben daha kalkmadan Hermione yanağıma masum bir öpücük bırakarak okula doğru yürümeye başlıyor. Hayatımın hem en kötü hem de en güzel gecesini geçirdiğime yemin edebilirim. Yorgun olduğumu hissedince hızlı adımlarla yürüyor ve Slytherin binasına varınca yatağıma yatıp kendimi uykuya teslim ediyorum.
"Hadi uyan!"
"Draco uyansana!"
"Kış uykusuna mı yattın çocuk?!"
"Şş Hermione seni seviyormuş."
Pekala son cümlede gözlerimi açtığım doğru ama ne var benim için önemli bir şey. Ama karşımda kahkaha atan Pansy yüzünden yastığımı başıma bastırarak uyumaya çalışıyorum.
"Ahahha nasıl uyandın. Ahahahah Draco ya hahhaha."
"Kes sesini Pansy!"
"Tamam tamam neyse kalk artık akşam oldu. Dün gece ne olduğunu anlatacaksın, çok kötü gözüküyordun. Ayrıca Hermione seni merak etti."
Tahmin edebileceğiniz gibi o kadar cümlede sadece biri dikkatimi çekti.
Hermione seni merak etti.
Beni merak etmiş.
"Şöyle aptal gibi sırıtmayı kesecek misin? Neyse ben Seamus ile buluşacağım. Akşam yemeğine az kaldı, acele et."
Pansy gittikten sonra bir süre daha aptalca sırıtmaya devam ettim. En sonunda artık kalkmam gerektiğine karar vererek önce duşa giriyorum daha sonra da kıyafetlerimi giyerek dışarı çıkıyorum. Aklıma McGonagall geliyor. İzin istemeliyim bir süreliğine, babamın bana ihtiyacı var. Hermione'den uzak olacak olmam beni üzse de annemi düşünmeden edemiyorum. Çocukluğuma dair tek güzel anı onun sayesinde belki.
********************
"Anne bu bir yılan değil mi?"
"Evet öyle Draco."
"Çok güzeller."
"Öyle Draco, hadi gel. Daha bakacak çok hayvan var burada."
"Anne, babam neden gelmedi."
"İşleri vardı canım, sen daha küçüksün anlamazsın."
"Anne! 4 yaşındayım, artık büyüdüm!"
"İstersen 30 yaşında ol hep benim minik bebeğim olacaksın."
"Seni çok seviyorum anne."
"Bende seni Draco, yaşadığım sürece hep seveceğim."
***********************
ŞİMDİ OKUDUĞUN
All Of The Stars
Fanfiction"Sen beni sevmesende ben severim Hermione. İkimiz için de severim."