Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum...Öldüğünde sadece 36 yaşındaydı. Tüm şiirleri tek bir kitaba sığdı ama o kitap bir nehir olup aktı. Kısacık yaşadı. Sanki bir anda ortaya çıkıp bir anda ortadan kaybolmuştu.
“Bir varmış, bir yokmuş” der gibi.
Dedi de; o kısacak hayatıyla kuşaklar sonrasının duygu dünyasını tanımladı. Yaşamıyla, aşklarıyla bir efsane oldu Orhan Veli nam-ı diğer “Veli’nin oğlu.”
Hemen hepimiz, gün gelip onunla Rumeli Hisarı’na oturduk, tarifsiz kederlerle tanıştık, belki bir de türkü tutturduk; “Bir yer var biliyorum” dedik, hüzünle karışık umutlandık, gülümsedik.
Öyle ya da böyle, gözü şiire değen her Türk vatandaşı onu sevdi, sevdik. Çünkü tüm yazdıklarında, içimizdeki zapt edilemeyen, ehlileştirilemeyen o güzel varlığa bir “selam” vardı.“Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
(...)Beni bu güzel havalar mahvetti
Böyle havada aşık oldum
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum”diyordu. Ve biz de anlıyorduk, özgürlük denilen şeyin öyle kolay kolay dört duvar arasına hapsedilemeyeceğini...
Ancak dört duvar denilen yerin de her zaman hapishane olmadığını. Hatta bazen adına ev, yuva bile dendiğini...
EN GÜZEL MAHVOLUŞ
Bir mahvoluştan bahsediyordu ama bu ne güzel mahvoloştu böyle. Daha okur okumaz canımız mahvolmak çekiyordu.
Cep delik, cepken delik Boğaz kıyısında avare avare dolaşmak istiyorduk. Son kuruşumuza kadar rakı içmek, eve dönüş yolunda da tabanvaya binmek.
Biliyor musunuz, kendisi de öyle yaparmış. Cebindeki son parayı, hiç hesap yapmadan harcar, sonra da Taksim’den Sarıyer’deki evlerine yürümek zorunda kalırmış ama ıslık çalmayı ihmal etmeden. Ablası Firuzan Yolyapan ile tanışmıştım yıllar önce, o anlatmıştı, oradan biliyorum.
Parayla uzaktan yakından ilişki kurmamış. Neden mi? Çok varlıklılarmış, dedesi kereste tüccarıymış, ondan ne kaldıysa satıp satıp eve gelen yatılı misafirlere harcamışlar. Hiç hesap kitap yapmamışlar, o da yapmamış. Bir istisna hariç; at yarışlarına gittiği zaman otobüs biletlerini gidiş-dönüş alırmış; parayı kaptıracağından emin olduğu için!Söz konusu aşk olduğunda da hesap bilmezmiş. O aşkın bir geleceği varmış, yokmuş, karşılık verirmiş, vermezmiş... Bir küçük plan bile yapmadan severmiş.
Biliyorsunuz, geçenlerde Yapı Kredi Yayınları’ndan bir kitap yayımlandı: “Yalnız Seni Arıyorum/ Nahit Hanım’a Mektuplar” adında. Orhan Veli’nin kısacık ömrünün son üç yılında (1947-1950) sevgilisi Nahit Hanım’a yazdığı bu mektuplar ilk kez, tam 64 yıl sonra, günışığına çıkıyordu. Şu ana kadar hep bir şehir efsanesi olarak konuşulan bu mektuplar gizliydi çünkü daha sonra şair Arif Damar’la evlenen Nahit Hanım, o yıllarda Yahya Kemal’in öğrencisi olan Halil Veda Fıratlı ile evliydi. Yani gizli bir aşktı bu. Daha doğrusu fısıltıyla konuşulan...
Mektupları okuduğumuzda görüyoruz ki, Orhan Veli Nahit Hanım’a sırılsıklam âşıkmış. Ama bu aşk bir türlü Nahit Hanım’a yetmezmiş.“Benim için her şey olduğunu mademki bugüne kadar anlatamadım, şimdiden sonra ne yapıp da anlatabilirim. Hoş, ne istersen yaparım, ayrı mesele. Canım Nahitçiğim, bu çocukça kaprislerden vazgeçsen, bana daha sitemsiz, daha tatlı mektuplar yazsan olmaz mı?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gönül Bahçesi
PoesiaNe şairler doğmuş, ne şairler ölmüştür. Güzel izler bırakıp aşkları yedi düvele denk olan da vardır. Korkaklık edip susanda. Korkaklık edenler; kaybetmeye mahkum olan kimselerdir. Bilinen şairlerin bilinmeyen hikayelerini , sevdikleri kadınlara...